ruhsal yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ruhsal yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Mart 2020 Pazartesi

Ruh nedir

Ruh, din ve felsefede, insan varlığının maddi olmayan tarafı ya da özü olarak tanımlanır ve genellikle bireysellikle (zât) eşanlamlı olarak ele alınır.[1] Teolojide ruh kişinin ilahîliğe iştirak eden kısmı olarak tanımlanır ve genellikle bedenin ölümünden sonra kişinin varlığını sürdüren kısmı olarak ele alınır.[1] Birçok kültür insan yaşamının ya da varlığının cismani olmayan kaynağını ruh ile özdeş tutmuş ve birçok kültür tüm canlıları ruhlara dayandırmıştır. Tarih-öncesi halklarda bile vücut ile onu canlı kılan arasında bir ayrım yapıldığı görülmektedir.[1] Birçok dini ve felsefi akımda, her canlının bir unsuru olan, var olması için fiziksel maddeye ihtiyaç duymayan, madde-dışı, algılanamaz, tezahürleriyle kendini gösteren, aşkın, yaşama yeteneğine sahip, değişen ve gelişen, maksatlı bir öncül (kaynak) ya da bir güç olarak tanımlanan ruh, birçok dini ve felsefi akımda da ebedi, yetenekler sahibi, insan davranışlarının motoru, hata (günah) ile sevap işleme iradesine sahip bir varlık ya da varlığın saklı yüzü olarak kabul edilir. Bununla birlikte ruh kavramının kültürden kültüre, dinden dine, felsefeden felsefeye geniş ölçüde çeşitlilik gösterdiği görülmektedir. Çeşitli dinler ve filozoflar, ruhun doğası (yapısı), beden ile ilişkisi, kökeni ve ölümlü olup olmayışı konularındaki farklı görüşleriyle bir sürü teori ortaya koymuşlardır. Birçok dini ve felsefi gelenekte ruhun her canlı oluşumun içteki özünü içeren, kendine özgü bir varlık olduğu ve insanın temel unsurunun -beyninden veya organizmasının herhangi bir kısmından ziyade- ruh olduğu kabul edilir. Buna karşılık diğer bazı din ve felsefelerde ise ruhun beden ile kendisi arasında aracılık görevi görecek maddi bir elemanı bulunduğu kabul edilir. Ruh ile can kavramları arasında kimi kültür, din ve felsefelerde bir ayrım yapılmamış, kimilerinde ise bir ayrım yapılmış olmasına ve bu kavramları belirten iki ayrı ya da birkaç terim olmasına rağmen, söz konusu terimler, sık sık aynı kavramı belirtmek üzerine birbirlerinin yerine kullanılagelmişlerdir. Ruhlar genellikle ölümsüz olarak kabul edilirler. Birçok inanışa göre ruh, enkarne olmadan (ete bürünme, doğma) önce de mevcuttu. Maddeciliğin reddettiği ruh, Jean-Paul Sartre gibi bazı çağdaş yazar ve filozoflara göre “özden önce gelen varoluş”tur. Ölüm olayında bedenin hareket özelliklerini yitirmesi ruhun beden üzerindeki hakimiyetini, yani bedeni etkilemeyi bırakması olarak açıklanır. Ruh kavramı ölümden sonra yaşam kavramlarıyla yakından ilişkili olmakla birlikte, bu konudaki görüşler son derece çeşitlilik göstermektedir, özellikle bedenin ölümünden sonra ne olup bittiği konusunda. Halihazırda bilimsel araştırma, genel kabule göre, konusu olan maddi evrenin dışında kaldığından, ruhun var olduğunu ya da var olmadığını ortaya koyamamaktadır. Psikoloji ekollerinin de ruh konusundaki görüş ve yöntemleri birbirinden farklı olup çeşitlilik göstermektedir Bazı eski uygarlıklarda ruh kavramı konusunda benzerlikler ve ruh ile ilgili ortak bir anlayış bulunmaktadır. Bu ortak anlayış ruhun ya da “canın ölümsüzlüğü” olarak adlandırılabilir.[2] Farklı uygarlıklarda rastlanan söz konusu benzerlikler, bu anlayışın toplumların birbirleriyle etkileşimleri yoluyla birbirlerine geçip yayıldığı fikrini doğurmaktadır. Fakat ana kaynağın yeri hakkındaki görüşler farklıdır. Mezopotamyalılar'ın ölmüşlerinin mezarlarına yiyecek ve çeşitli eşyalar bıraktıkları bilinmektedir.[3] Babil dininin öte-âlemi ve doğaüstü varlıklarını ilgilendiren kısmı tümüyle Sümerler'den alınmıştır.[4] Sümer mitolojisine göre, “ölüler ülkesi”ne gidip dönebilen tek kişi Enkidu olmuştur. Böylece Enkidu yeniden yaşayanların dünyasına döndüğünde, yeryüzünde yaşayanlara ölüm ve “ölüler ülkesi” hakkında çeşitli aydınlatıcı bilgiler vermiştir.[5] Mezopotamyalılar ölülerin ruhlarından kötü olanların yaşayanlara musallat olduğu ve onlara zarar verdikleri inancına sahiptiler.[6] Ölülerin ruhları görülebilir ve işitilebilirdi. Bunun yanı sıra hami varlık adıyla bilinen yardımcı-koruyucu ruhlar da vardı. Babil'de her insanın bir koruyucu meleği ya da koruyucu ruhu bulunduğuna inanılırdı. Herodot gibi kimi eski Yunan yazarlar eski Mısırlılar'ın ölümden sonraki yaşama ve ruh göçüne inandıklarını yazmışlardır.[7] Eski Mısır geleneğine göre, ölen kimseyi bir yargılanma beklerdi. Bu yargılanmaya eski Yunanca'da psikostazi (psychostasis) ya da psikostasya (psychostasia) adı verilmiştir. Terim psikhe (yaşamsal unsur, nefes) ve statis (tartılma) sözcüklerinden türetilmiştir. Ölüm olayı ile bedenini terk edenlerin yargılanması olan psikostazide, kimileri ölümden sonraki vicdani hesaplaşma olgusunun sembolik öğelerle anlatımını görürler.[8] Bu yargılanma sahnesinin betimlenmesine Mısır Ölüler Kitabı'nda[9] ve birçok eski Mısır belge ve yazıtında rastlanır. Eski Mısır metinlerine göre, her ölü için söz konusu olacak “tartılma”, ilahe Maat'ın "hakikat salonu" denilen salonunda gerçekleşir. Bu tartılma ve yargılanma sahnesi Mısır resimlerinde, bir kefesinde ölünün vicdanı temsil eden kalbi, diğer kefesinde bir tüyün bulunduğu terazi ile temsil edilir.[10] Yeraltı âleminin sorumlusu ve "Ra'nın gözü" sayılan Maat'ın hiyeroglifi “hakikat, adalet ve doğruluğu” simgeleyen tüydür. İlah Tot ise sonuçları kaydetmektedir. Yürek suçlarla ağırlaşmamış olduğu takdirde tüyden hafif gelecekti. Bazı psikostazi temsillerinde yüreğin sınavdan başarıyla geçememesi durumunda başarısız ölüyü yutmak üzere terazinin yanıbaşında bekleyen Ammemet (Ammait, Ammit) adlı "ölü yiyici" bir yaratığın tasvir edilmiş olduğu görülür. Eski Mısır geleneğinde ölüm olayı ile bedenlerini terk eden ruhların çeşitli ölüm-ötesi halleri ve öte-âlem anlamı Amenti (Amentet)terimiyle ifade edilirdi.[11] Mısırlılar, ölenin sonraki yaşamı için, ölü bedenin iyi korunması gerektiğini düşünüyorlardı. Bu nedenle kimi cesetleri mumyalamış ve firavunlarının ölü bedenlerini özenle saklamışlardır. Eski Mısırlıların geleneğinde kişinin ruhsal varlığı çeşitli kısımlar halinde ele alınmış ve çeşitli terimlerle ifade edilmiştir. Bu terimlerin ifade ettikleri anlamlardan bazıları hakkında ejiptologlar arasında tam anlamıyla bir fikir birliği oluşmamıştır. Eski Mısır geleneğinde insan varlığının çeşitli kısımlarını ifade eden terimlerden bazıları ve ifade ettikleri anlamlar şunlardır: Ha (bazen çoğulu haw): Jat olarak da yazılır. Kişinin fiziksel beden (etten) kısmıdır. Daha ziyade memelilerin vücudu için kullanılan bir terimdir. Ib: Ab olarak da yazılır. Ruhsal varlığın düşünce ve heyecanlarla ilgili unsurudur, kalp sembolüyle simgelenir. Hiyeroglif olarak: Ka D28 Z1 Ka: Yaşamın ölümsüz ve evrensel unsurunun bir parçasıdır. Geleneklerdeki “evrensel yaşam gücü” kavramına, Teozofi'deki esîrî -astral beden kavramına ve Deneysel Spiritüalizm'deki perispri kavramına yakın bir anlam içerir. Kişi geliştikçe ka'sı da gelişir. Kişinin ölüm olayında bedenini terk eden kısımdır. Resimlerde insan başlı bir kuş olarak, hiyeroglif yazıda ise bir anlam ifade edecek şekilde iki açık kol biçiminde belirtilir. Ba: Batı'daki “can” (İng. soul) kavramına yakın bir anlam taşır. Aynı zamanda kişiyi kendisi kılan unsurdur, yani bireysel kişiliktir. Bedenin ölümünden sonra varlığını sürdüren bu unsur, kimi zaman insan başlı şahinle, kimi zaman düz gagalı tepesiz (sorguçsuz) bir kuş olarak tasvir edilir. Ren: Kişinin adını gösteren kısım ya da unsurdur. Sheut: Shuyt ya da khaibit olarak da yazılır. Kişinin daima mevcut olan “gölge”sidir. Siyaha boyanmış küçük bir insan figürüyle tasvir edilir. Aj: Işığa bağlı olan unsurdur.Tepeli ibis kuşuyla tasvir edilir. Sekem: Sekhem olarak da yazılır. Kişide İlahî İrade'nin ve İlahî Kudret'in tezahürüdür. İnisiyasyonla ve büyük gayretler sonucunda elde edilebilir. Ancak ilahların kudretini yeryüzünde elde etmiş olanlara verilir. Hiyeroglif olarak: Ba G53 Z1 Khu: Akh, akhu, ikhu ya da sahu olarak da yazılır. Ölen kişinin ka ve ba'sının birleşimidir. Varlığın eski haline dönüşü söz konusudur. Ka, khu ve ba bir bütündür. Khu ölümden sonra kasının içine geri döner. Evrende düzeni sağlayan khudur. Sekhu: Khat olarak da yazılır. Kişinin fiziksel kalıntılarını belirtir. Bünyesinde gerek Orta-Asya, gerekse Mezopotamya'dan alınmış kültürel öğeleri barındırmış eski İran'da bölgenin geleneklerine damgasını vurmuş en önemli dini öğreti M.Ö. 7. yüzyılda ortaya çıkan Zerdüştlük olmuştur. Eski İran geleneklerinde insan varlığı şu unsurlardan oluşuyordu: Tanū: Fiziksel beden. Ahu: Canlandırıcı güç. Vyāna: Yaşam nefesi. Manah:Zihin ya da ruh. Ruvan (Avestan urvan):Can. Fravarti (Avestan fravaşi): Koruyucu ruh ya da koruyucu melek. Bu, kişinin bir unsuru olmaktan ziyade, kişiye yaşamı boyunca yardımcı olan hami varlıktı. Dianā (Avestan daēnā): Ruhsal duble.[12] Ölüm sonrası yargılanmanın önem taşıdığı Zerdüştlük inancında kişinin dünya yaşamında yaptıklarından sorumlu tutulan ruvan'dı; dolayısıyla gelecek yaşamında ödül veya ceza ile karşılaşacak olan da ruhsal varlığın bu unsuruydu.[12] Zerdüştlüğün kutsal metinlerinde şöyle denir: “Adil kişinin canı ölümsüzlük içinde hep sevinçli olacak, fakat yalancı canı kesinlikle işkence görecek. Ahura Mazda (Bilge Tanrı) bu yasaları kendi egemen yetkisiyle takdir etmiştir.” Zerdüştcülük öncesi dönemde de İran'daki eski kabileler, ölmüşlerine ilgi gösterir, onlara muhtemelen yeraltı dünyasında kullanmaları için çeşitli objeler sunarlardı.[13] Eski Yunan ve Roma Düzenle Eski Yunan geleneğinde İlyada'nın yazıldığı zamanlarda, psyche Latince'deki animagibi, “nefes” anlamına geliyordu. Ruh kavramı da phrenes sözcüğüyle ifade ediliyordu. Yunanlar zamanla ruh dedikleri olgunun farklı kısımları, farklı prensipleri ve farklı güç ya da yetileri olduğunu düşünerek bunlar arasında ayrım yapmaya ve ruhun bu manevi özelliklerinin farklı adlarla adlandırmaya başladılar. Pisagor'un öğretisinde psişe (psyche)"yaşamsal güç"e ve duyumsal duyarlılığa, nous ise zihinsel (entelektüel) yeteneğe tekabül ediyordu. Platon'un öğretisinde de bu anlayışa paralellik görülür. Aristo ise bir ayrım yaparak, nous'u aktif zihnin pasif zihni olarak kabul etmiştir ki, bu kavram sonradan yapılan yorumlarda Logos'a ya da Tanrı'ya özdeş kabul edilmiştir.[14] “Semavi alemdeki saf nefes olarak ifade edilen ve Tanrısal ortamda (cennette) yaşamaya çağrılacak” bir ruh kavramını dile getiren pneuma kavramı ancak Teolojik eğilimli edebiyatın görünmesiyle başlamıştır. Pneuma Romalılar'da spiritustu. Pneuma'nın tabiatında mevcut olan ateş, dünyevi bir yanmayla ilgili olmayan, esîrin saf ateşi olarak kabul edilirdi. Hava ve yaşamsal ısının karışımı gibi görülen pneuma sık sık esîrin saf ateşi ile özdeş tutulmuş veya onunla ilgili görülmüştür. Örneğin Aristo'nun kabul ettiği sistemdeki “evrenin canı” bu saf, esîrî (aether) ateştir. Fakat evrenin tek bir canlı varlığa indirgenmesi fikrinin kaynağı muhtemelen Pisagor'du. Bu fikir Platon aracılığıyla Stoacılar'a da geçmiştir.[14] Antik Çağ'da ruhçu felsefeyi işlemiş filozoflar arasında Anaximenes, Pisagor, Empedokles, Herakleitos, Sokrates, Platon sayılabilir. Homeros'a göre insan varlığının iki canı vardı; bunlar thumos ve psychè idi. Thumos (« can-kan ») Homeros'un yazılarında, kan ve nefesle ilişkilendirilir. İnsan varlığının yaşamsal kapasitesini, tam olarak kişinin dış âlemle etkileşim kapasitesini ifade eder. Arzu etmeye, davranmaya, kişinin kendini dış âlemde ifade etmesine iten unsurdur. İnsan iyice bunaldığı anlarda thumos'u ile diyalog kurabilir. Bazı organlarda ikamet eder ve ölümden sonra ortadan kaybolur (bedeni terk eder).[15] ' [16]. Psyche (« can-nefes ») kavramı ise, Homeros'un yazılarında, uyku, baygınlık ve ölüm kavramlarıyla ilişkilendirilir. İnsandaki ilahî kıvılcım o olmamakla birlikte, ilahî kıvılcımın gölgesidir (skia), hassas bir yapıya sahiptir. İnsanlar ile ölümsüz ilahlar arasındaki önemli bir farktır (eski Yunan geleneğine göre ilahların gölgesi olmaz). Homeros'a göre, insan bayıldığında psyche bedenden ayrılıyordu. Ölüm olayında ise psyche bedenden ayrılıp, bedenin gölgesi biçiminde yeraltı âlemine (Hades'e) gidiyordu. Ölümden sonra kim olduğunu unutsa da, varlığını Hades'te (eski Yunan cehennemi) sürdürüyordu. Ölülerin psycheleri yaşayan insanlara öyle çok benziyordu ki, Achilleus kendisine görünüp konuşan ölü Patroklos'un psychesine sarılmayı denemiş ama başaramamıştı.[17] Orfe'nin öğretisinde ise psyche insan varlığının yüce ve ilahî kısmı olan candır, ölümsüzdür, fiziksel bedende olduğunda (cismani dünyada yaşarken) ıstırap çeker ve kendisini özgür kılacak kurtuluş yolunda ilerler.[18] M.Ö. 5. yüzyılda ortaya çıkan, Orfik Misterler Orfizm olarak bilinen dini akımda ruh göçünün ilke edinildiği görülmektedir. Kimilerince Orfe'nin kurucusu olduğu ileri sürülen bu dini akımda insanın hem ilahi ve semavi hem de nefsani ya şeytani etkiler altında olduğu kabul ediliyordu. Bu dinde amaç, tamamiyle ilahî hale gelmekti; bu da Titanlarla simgelenen dünyevi, maddi tutkuları, nefsani arzuları yenerek kurtuluşa varmak ve dünyadaki doğum-ölüm çevriminden kurtularak dünyada bir daha doğmamakla mümkündü. M.Ö. 6. yüzyılda, Mısır ve Babil'de bulunmuş Pisagor İtalya ve Yunanistan'da ruhla ilgili eski kavramları geliştirmiştir. Pisagor ve izleyicileri ruh göçü öğretisini savunuyorlardı.[20] Pisagor'un bu ruh göçü görüşünü M.Ö. 583 doğumlu Syros'lu Pherekydes'den ya da Mısır'da aldığı eğitimden edindiği ileri sürülür.[21] Bu ruh göçü öğretisinde ruha bir özerklik atfedilmişti. Bu öğretiye göre amaç, ölümsüz olan ruhu, ruh için bir hapishane sayılan bedenin esiri olmaktan kurtarmaktı. Dünyada bedenlenen ruhların tekamül hedefi, sonuçları yaşanılacak hatalardan arınarak, ilahlar âlemine girmeye hak kazanmak ve böylece ilahlar âlemine erişerek yeniden ilahî yapıdaki ilk durumuna dönüşünü edinmekti. Pisagor'un ruh göçüne ilişkin görüşü, sonradan, Pisagorcu cemiyetlerden ve Eleusis Gizemleri[22][23] toplululuklarından fikirler edinmiş olduğu bilinen olan ünlü filozof Platon tarafından da ifade edilmiştir. Buna karşılık Platon'un öğrencisi Aristo hocasının ruh ve beden ikilemine karşı çıkmış, ruh ve bedenin madde evreninde asla ayrıştırılamayacağını, ikisinin de aynı varlığın değişik veçheleri olduğu fikrini savunmuştur. Empedokles ve Herakleitos ruhu ateşe benzetmişlerdir. Ruh göçü fikri bu filozoflarda da bulunur. Bunlar ruh göçü görüşünü, tenasüh kavramındaki gibi değil, ruhun gitgide daha gelişmiş vücutlarda bedenlenmesi (sıra ile bitki, hayvan ve insan basamaklarından geçmesi) şeklinde kabul etmişlerdir. Epikür'e göre, can maddileşmiş ve ölümlü hale gelmiştir. O, vücuttaki bir atom yayılımıdır. Platon ve Aristo'ya karşı olarak, canın evrensel bir bütünün, yani İlahî Can'ın bir parçası olduğunu kabul etmeyen Epikür'e göre, ilahlar beşeri şeylerle uğraşmazlar. Stoacılık'ta “tüm âlemden oluşan bütün” bir bedendir. Bu beden kavramı çağdaş kabullerimizde alışık olmadığımız bir kavramdır. Stoacı kabulde ruh bir tür nefes (“pneuma”) olarak belirtilir. Ruh bir alev ya da ateştir, daha doğrusu aslında ilahî nefesin bir parçası olan, ateşten bir nefestir. Aristoxenus'a göre, can, şarkıdaki ve lirle oluşturulan müzikteki armoniyi andırır şekilde, bir tür bedensel nabız atışlarıdır. Doğası ve düzeni nedeniyle vücuttan, şarkılardaki makamlara (tonlara) benzer bir hareki gam yayınlanmaktadır.[24] Bu görüş ile Pisagor'un öğretisindeki “kürelerin müziği” adıyla bilinen “kürelerin armonisi” önermesi arasında bir benzerlik ya da paralellik olduğu söylenebilir. (Pisagor'un bu önermesinde dokuz kozmik siferin, hareketleriyle, algılayamadığımız, uyumlu bir ses oluşturduğu öne sürülür.)

26 Mayıs 2018 Cumartesi

Hamilelikte Reiki Uygulaması

Anne adaylarının, hamilelik sürecinde reiki ile rahatlayıp stresten uzak bir doğum süreci geçirdiklerini söyleyen Uzman Reiki Master Su Karakuş, konu hakkında merak edilenleri anlattı.
Reikinin Psikolojiye Etkisi Nedir?
Reiki ile kişi kendi hayatını dengede tutabilir, rahatlayabilir ve içsel sıkıntılarını kendi de tedavi edebilir. Reiki kullanımı en kolay şifa terapilerinden biridir. Herkes bu teknikleri öğrendikten sonra kolayca uygulayabilir.
Ruhsal yaşam enerjisini yükselten bu tekniklerin tarihi binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Herkesin rahatça uygulayabileceği bir sistemdir. Meditasyon yaparcasına yoğunlaşmamız gerekmeden, sıradan bir otobüs yolculuğunda bile kolaylıkla kullanacağımız Reiki, hem koruyucu hem de ruhsal gelişim sağlayan bir sistemdir. Psikolojik olarak yaşanan sorunlarda, çeşitli ağrılarda tıbba yardımcı olarak uygulanabilir. Kişinin ağrı ve stresini azaltarak daha pozitif bir düşünce yapısına girmesini sağlar.

Reiki ve Hamilelik

Anne ile bebek Reiki sayesinde doğum öncesinde iletişime geçiyor. Anne adayları karınlarında taşıdıkları bebeklerini Reiki ile sakinleştirirken, dingin bir hamilelik evresi geçiriyor. Mide bulantıları hissedilmiyor. Ayrıca hamilelikten kaynaklanan stres ve yorgunluklarda kişinin rahatlamasını sağlarken özellikle hamilelik esnasında ağrıyan kasların gevşemesinde de büyük şifa kaynağı oluyor. Aynı şekilde Reiki, doğum sonrasında da yaşanan hamilelik depresyonuna karşıda etkili oluyor ve bebek ile annenin birbirlerini tanımalarını kolaylaştırıyor.
Doğum Dışında Reiki
Bugün dünyada oldukça yaygınlaşan Reiki, kullanım alanlarının sınırsızlığı ile hepimizin şifa sanatı olmayı sürdürüyor. Gençlikte adet sancıları, sınav başarılarının arttırılması, arkadaşlarla ilişkilerin düzenlenmesi, ergenlik döneminin hafif atlatılması gibi konularda vazgeçilmezimiz olan Reiki, ilerleyen yaşlarda ilişkilerin düzenlenmesi, kariyer planlarının doğru yapılması, kişilik savaşının yorgunluklar olmadan kazanılması ve finansal konularda birikim hatta yatırım sağlanması içinde büyük faydalar sağlıyor.

Çinli seks izle Çinli japon pornosu

Popüler Yayınlar