27 Mart 2020 Cuma

Taoculuk nedir? Taoizm inancı Hakkında

İşte soruların en kolayı gibi görünse de, Taoculuk paradoksunun tipik bir örneği olarak, yanıtlanması hemen hemen imkansız olan bir soru. Bunun nedeni de yanıtların çok ve çeşitli olması. Öncelikle Taoculuğun ne olmadığından başlayalım: - Yeni değildir. Taoculuk insanlığın bildiği en eski geleneklerden biridir. Taoculuğun özüne ilişkin, tarihi İ.Ö. 5000 yılına dayanan belgelere rastlanmıştır.[1] - “Sabit” veya “katı” bir gelenek değildir. Taoculuğun çeşitli versiyonları mevcuttur; örneğin, günümüzde uygulandığı biçimiyle popüler Taoculuk, gelişmiş Şamanist bir din olmasına karşın, bir diğer büyük doğu geleneği olan Tantrik Budizm gibi, doğrudan Taoculuğun temel prensiplerinden kurumsallaşmıştır. Bir de büyük ölçüde Budizm’in Chian (Japonca’da, Zen) ekolüne dönüşmüş olan (Huston Smith’in isimlemesiyle) Ezoterik Taoculuk vardır. Ancak Ezoterik Taoculuk artık kaybolmuştur.[2] Geriye sadece ilkel Taoculuk’la eşanlamlı olan Felsefi Taoculuk kalıyor, ki orijinal Taoculuğa en yaklaşan gelenek budur. Çin toplumunu asırlar boyu yönlendiren bir ideal olan Felsefi Taoculuk, bu yazının da odağını oluşturacaktır. - Ataerkil değildir. Çin toplumun ataerkil olmasına karşın, gariptir ki, ilkel Taoculuk’ta durum farklıdır. Birazdan göreceğimiz gibi Taoculuk oldukça dişil değerleri olan bir gelenektir. - Metafizik değildir. Beden/ruh ikiliği Taoculuk’ta yer almaz. Taoculuk, fiziksel olarak gözlemlenemeyen hiçbir şey üzerinde yorumda bulunmaz. Beden/zihin/ruh üçlüsünü, hiçbir savunmaya veya açıklamaya gerek görmeden, ayrılamaz bir bütün olarak değerlendirir. - Vahyedilmiş bir din değildir. Taoculuk acı verecek derecede aşikar olan gerçeğe uyanık olmaktır. Hiçbir şey gizli değildir --düşünceli, duyarlı bir kişinin kendi başına keşfedemeyeceği hiçbir şey yoktur. Taoculuğun yeryüzü-kökenli bir din olma niteliğini test etmek için, Starhawk'ın “Yeryüzü-Kökenli Geleneklere dair Ortak Kavramlar” sıralamasına bir göz atalım: - Dünyada, doğada ve yeryüzünde form bulan ruhun kutsallığı. -“Herşey bağlantılıdır” anlayışı. -Ölüm, doğum, gelişme ve yenilenme döngülerine saygı. -Topluma, genel dengeye ve sağlığa önem verme. -Ölümden sonraya uzanan toplum kavramı, atalara ve doğmamış nesillere saygı. -Günah veya ceza nosyonu yerine, dürüstlük, kişisel ve toplumsal sorumluluk anlayışı. - Ritüellere, seremoniye, vizyona ve (vahiy edilmiş metinler veya dogma yerine) doğrudan deneyime odaklanma. -Kutsal çember, tıp çarkı ve dört kutsal yön. -Kapsayıcıdır, zorlayıcı değil. -Her gelenek engellemelerle karşılaşmış ve çeşitli baskılara direnmek zorunda kalmıştır. Kolay takip edilebilir ve mantıklı bir düşünce akışı sunduğu için burada aynı sırayı takip edeceğiz. Dünyada, doğada ve yeryüzünde form bulan ruhun kutsallığı The Tao Te Ching şöyle der: dünyayı geliştirmek mi istiyorsun? mümkün değil, inanmıyorum. dünya kutsaldır daha iyi olamaz. fazla kurcalarsan, zarar verirsin ona bir nesne gibi davranırsan, kaybedersin. [3] Taocu üstat dünyayı müthiş gizemli, kutsallıkla dopdolu ve varolan herşeyin kutsal olduğu bir yer olarak görür. Yüce Tao her yerde devinir. herşey ondan doğar, ama ondan varolmaz. O sonsuz dünyaları besler, ama onları sahiplenmez . [4] En eski Taocu mitolojide, gökyüzü tüm yaradılmışların babası, yeryüzü ise annesi olarak ifade edilir.[5] Diğer mitlerde tanrıça ve tanrıların farklı versiyonları ve kozmozun doğuşu tasvir edilir. Ayrıca Vedik mitolojiyi anımsatan bir şekilde yeryüzünün bir yumurtadan çıkışını betimleyen hikayeler de mevcuttur.[6] Yeryüzü doğrudan bir tanrıça olarak değil de, Tao’nun temsilcisi olarak tanımlanabilen tanrıçanın bir parçası olarak düşünülür. Tao çoğu Batılı için kavranılması zor, çok yabancı bir kavramdır. Tao Te Ching’in ilk beyitinin bizi uyardığı üzere, Tao kelimelerle anlatılamaz, ancak sezgilerle idrak edilebilir.[7] Tao, Batılı tanrıların çoğu gibi kişisel bir tanrı değil, ancak ilahi uyumdan daha azını ve muhteşem kaostan daha fazlasını vaat etmeyen (ki ikisi de aynı kapıya çıkar) yargısız bir güçtür. Alan Watts’a göre “…ilk olarak netleşmesi gereken şudur ki, Tao, yönetici, hükümdar, lider, mimar veya evrenin yaratıcısı anlamında bir ‘Tanrı’ değildir. Bir askeri ve siyasal süper başkan veya doğadışı bir yaratıcı imajının Tao’da yeri yoktur.”[8] Lao Tzu (Tao Te Ching’in efsanevi yazarı), "Tao herşeyi besler ama onları yönetmez” sözleriyle aynı fikri dile getirir.[9] Bu gücün erotik niteliği, başta Lao Tzu’nun dizeleri olmak üzere çok sayıda yazıda ifade edilmiştir. Watts’a göre Lao Tzu’nun çizdiği Tao imajı paternal değil, maternaldır, (babasal değil anasal). Söz konusu olan, kadınlara atfedilen karakterde pasif bir güçtür.[10] “Tao, Yüce Anne olarak anılır: Bomboş ama tükenmeyen ve sonsuz dünyaları doğuran.”[11] Başka bir tercümede şöyle geçer: “O gizemli dişi olarak bilinir. Bu gizemli dişinin kapısı, gökyüzü ve yeryüzünün köküdür.”[12] Tao’yu içtenlikle kucaklayan bir üstat, yaşamında bu dişil enerjiyi tezahür ettirmesi yönünde Lao Tzu tarafından “erili tanı, ama dişili seç.” sözleriyle teşvik edilir.[13] Tao ile bağlantısı hakkında hiç de alçakgönüllü olmayan Lao Tzu, bu yakınlığı şu sözlerle dile getirir: “Ben sıradan insandan farklıyım. Ben Yüce Anne’nin göğüslerinden besleniyorum.”[14] Herşey bağlantılıdır Taoculuğun merkezinde bağlantılılık kavramı yatar. Hiçbir şey bir vakum içinde yer almaz ve ne kadar küçük olursa olsun bir nesne etkilendiğinde, buna bağlı olarak tüm evren fayda veya zarar görür. Bunun nedeni, Tao’nun herşeyin sadece kaynağı değil, aynı zamanda mekanı olmasıdır. Tao varlıkları doğurur, besler, yaşatır, şefkat gösterir, rahatlatır, korur. onları kendilerine döndürür. yaratmak, sahiplenmeden davranmak, beklentisizce yönlendirmek, yönetmeden. [15] Doğu felsefelerinin çoğunda ortak bir tema olarak “birlik” doktrini mevcuttur. Hindu inancına göre, farklılıkların dünyası sadece bir maya, bir illüzyondur.[16] Gerçekte, şimdi ve sonra, burası ve orası, sen ve ben, haz ve acı arasında bir ayrım söz konusu değildir. Herşey ‘bir’dir. Chuang Tzu’ya göre, “Evren bizimle beraber varolmuştur; bizimle herşey ‘bir’dir.”[17] Bu görüş, düşünen insana inanılmaz çağrışımları olan bir perspektif sunar. Örneğin, eğer sen ve ben ‘bir’ isek, nasıl düşman olabiliriz? Huai Nan Tzu Chu Shih şöyle der: “Gökyüzü, yeryüzü ve evren tek bir insanın bedenidir.”[18] Buna göre evren, bir parçasındaki rahatsızlığın bütünün sağlığını etkilediği tek bir organizma gibidir. Bundan daha fazla bir bağlantılılık düşünülebilir mi? Peki, Tao herşeyi kapsadığına ve herşey ‘bir’ olduğuna göre, bir Taocu ben/ego ile nasıl başa çıkar? Lao Tzu bunu şöyle yanıtlar: dünyayı kendin gibi gör olanın doğasına güven. dünyayı kendin gibi sev, böylece herşeyi gözetmiş olursun.[19] Bu bağlantılılık olgusu fiziksel ve geçici olanın ötesine uzanır; aynı zamanda varoluşu tanımlar. Şu klişe koan, bu kavrama harika bir örnek oluşturur: “Eğer ormanda bir ağaç devrilirse, ama etrafta duyacak kimse yoksa, ses çıkarmış olur mu?” Dünya, karşılıklı etkileşim platformudur. Watt’ın dediği gibi; “hiçbir organizmanın olmadığı bir ortam mevcut değildir. Herşey, her olgu, ancak bir diğeriyle bağlantılı olarak gerçeklik kazanır. Güneşin aydınlığı, gören gözlerle vardır. Bunun gibi, evren de bilinçte varolur.”[20] Bu noktadan bakışla, varoluş alemindeki göreceli önemsizliğimizi ve inanılmaz önemimizi bir an önce idrak etmemiz gerekir, çünkü evren bizim bilincimizde yansımakta ve kendini orada hayranlıkla izlemektedir. Nikos Kazantzakis yazdığı şekliyle, “yeryüzü sizin beyinlerinizde ayağa kalkar ve tüm bedenini ilk defa olarak görür.”[21] Bu bağlantılılık hali, sadece kozmik dengenin korunması için değil, varoluşun sürekliliği adına da gereklidir. Yaratılış ağı öyle mükemmel örülmüştür ki, insan egosunun ‘biz daha iyi yapabiliriz’ kurgusuna karşın, yaratılan herşey kendiliğinden bir uyum içine girer. Üzerinde ısrar ettiğimiz ve yeryüzünün ancak kabataslak uyabildiği ‘keyfi, yapay ve soyut düzen nosyonu’ ancak yıkıcı olabilir. Üstelik bu ‘düzen’ anlayışımız sadece nesnelerle sınırlı değildir. ‘Zaman’ da çarpıttıklarımız arasındadır: “Sebep-sonuç nosyonu, başta tanımlayabilmek adına birbirinden ayırdığımız bir olayın evreleri arasında, sonunda yeniden bağlantı kurabilmek çabasıyla başvurduğumuz aksak bir yöntemdir. Kendimize ters düşerek, bu evreleri sonuçta tekrar sebep-sonuç zamkıyla birbirine bağlanan farklı olgular olarak düşünürüz. Gerçekte tek olay, evrenin kendisidir... Kendi hallerine bırakılırlarsa, herşey birbiriyle uyumlanacaktır... dışsal bir zorlama olmadan.“[22] Evreni parselleme çabamız beyhudedir. Lao Tzu’nun yazdığı gibi, insan Tao’nun işine karışırsa, gökyüzü kirlenir, yeryüzü çoraklaşır, denge dağılır, yaratıkların soyu tükenir.[23] Taocu’ya göre çözüm, herşeyi oluruna bırakmaktır. Kişi olguları zorlamaya çalıştıkça sıkıntıya düşer; oysa herşey olduğu gibi mükemmeldir, insanlar bile! “Gökyüzü ve insan, güçlerini bir ahenk içinde ortaya koyarlarsa, tüm değişimlerin başlangıçları belirlenmiş olur.”[24] Ölüm, doğum, gelişme ve yenilenme döngülerine saygı Ölüm olgusunu, Batı toplumlarında algılandığı biçimiyle yaşamın sonu olarak değil de, yaşamın çeşitli evrelerinden biri olarak değerlendirmek, yeryüzü-kökenli ve yerel ruhsal geleneklerin ortak anlayışıdır. Bu konuda Taoculuk da farklı değildir. Taocu için değişim ve oluşumların sonsuz döngüsü içinde, Yin’in bir ucu Yang, Yang’ın bir ucu Yin’dir. Biz Batılılar herşeyden çok ölümden korkarız, çünkü bizim için ölüm bir sondur. Oysa Taoculuk ve diğer yerel geleneklere göre, “Ölüm varoluşun bir veçhesidir, tıpkı yaşam gibi. Ölmek, bir varoluş formunu bir diğeriyle takas etmektir sadece.”[25] Tıpkı Yang’ınYin’e ve Yın’in Yang’a dönüşümü gibi… Chuang Tzu’nun yazdığı gibi, “Yaşam ve ölüm ‘bir’dir.”[26] Din bilgini N.J. Girardot’un eski Taoculukta kaosun niteliği üzerine çeşitli düşünceleri vardır. Ölüme dair şunları yazar: “Çocukluk veya ölüm koşullarına dönüş, kaos koşullarına kozmik bir dönüş yapmakla benzeşir… İnsan yaşamı dört büyük değişim veya transformasyon evresinden geçer: çocukluk, gençlik, yaşlılık ve ölüm. Fakat bu planda, çocukluk ve ölüm sembolik olarak eşdeğerdir. Tao’nun kozmik yaşam perspektifiyle bakıldığında, ölüm çocukluk koşullarına dönüştür, ki uyumun en üst seviyesinde, kişinin enerjileri yoğunlaşmış, istekleri yeniden bütünlenmiştir.” Ölüm, başlangıç noktasına geri dönüştür… Bir kişi öldüğünde, onun “dinlenmeye çekildiği ve tekrar en üst noktaya yükseldiği” söylenir.[27] Bu noktada, yeryüzü-kökenli dinlerde sıkça rastlanan başka bir kavramla karşılaşıyoruz: reenkarnasyon. Ancak popülaritesi yükselişte olan Budizm’den farklı olarak, Taoculuk reenkarnasyonu bir trajedi olarak değil, Tao’un, veya olanın doğasının, bir diğer sembolü olarak görür. Bir kaçış aranmaz, çünkü Tao’nun yolu, sürekli bir yaşam ve (Tao ile uyum içinde yaşandığında) süregen bir mutluluk vaat eder. Tıpkı Budizm gibi Taoculuk da kişiliğin varoluş süreci konusunda net değildir, ama Raymond Van Over’in söyledikleri bir fikir verecektir: “Ölüm ve doğum sadece bir transformasyon olarak görülmelidir. Sonsuz yaratılış alemi tek bir türdür, herşey arasında bir akrabalık vardır. ‘Büyük Saflık’ ile özde birliğini kuran kişi, formsuzluğun krallığında yol alır. O ki, özdekini kirletmez, cesaretini kötüye kullanmaz… Ruh, tüm evrenin yaşayan bir parçasıdır ve herşeyin net olarak bilindiği bir alanda bulunur.”[28] Böyle bir perspektifle, kişi evrendeki gerçek konumunun farkına varır: Küçük bir parça, ama aynı zamanda bütünle ‘bir’. Taocu, Batılı biri gibi insanı yaratılışın merkezine yerleştirmek yerine, insanın yaratılışın bir parçası olarak yerini araştırır. Lao Tzu şöyle der: “Eğer güçlü kadın ve erkekler kendilerini Tao’da merkezleyebilirlerse, tüm dünya doğal ritmi içinde, kendiliğinden değişip dönüşecektir.[29] Topluma, genel dengeye ve sağlığa önem verme Felsefik Taoculuk, sağlıklı bir yaşamın yolu olarak Tao ile uyumlanmayı gösterir. Eğer bu yapılırsa, zihin ve bedende sağlıklı bireylerin oluşturduğu toplum da hem yerel hem de kozmik açıdan sağlıklı olacaktır. Burada ‘eğer’ anahtar kelimedir, çünkü felsefik Taoculuğa göre mevcut durum bundan farklıdır. Efsaneye göre, Tao Te Ching’in yazıldığı dönemde Lao Tzu, insanlardan sıkılmış, insan ırkına olan inancını yitirmiş bir halde bir yak (bir cins yaban öküzü) üzerinde dağ bayır dolanmaktaydı. Öyleyse, bildiğimiz biçimiyle Taoculukta bir çeşit ‘düşüş’ yaşanması da söz konusu. Ancak bu düşüş, Hıristiyanlıktaki suçluluk duygusuyla yüklü günah-ölüm kaderciliğini taşımaz. Taoculuğa göre bir zamanlar evren mükemmel bir uyum içindeydi, ancak daha sonra insanoğlu evreni ‘kurcalamaya’ başladı ve şimdi biz, yeni nesil, Tao’ya şefkat ve saygı duyarak sağlıklı yaşamlar sürmek sorumluluğuyla karşı karşıyayız; aksi taktirde ölene dek peşpeşe hüsran dolu olaylar deneyimler dururuz. “Orijinal günah veya hata fikri, insan doğasının kalıcı ve evrensel bir çürüme içinde olduğu yönünde bir gösterge değildir.”[30] Gerçekte kişisel bazda ‘ebedi sonuçlar’ yoktur, sadece kişi ve etkileşimde bulunduğu toplum için can sıkıcı, mutsuz bir varoluş söz konusu olabilir. Lao Tzu’nun söylediği gibi, Yüce Tao geri çekildiğinde insanlık ve erdem doktrini doğdu. bilgi ve bilgelik ortaya çıktığında, aynı yerde ikiyüzlülük belirdi. altı ailenin ilişkisi uyumsuz olduğunda, evlatların ahlakı* savunulacak çocuklar çok sevilecektir. ve bir ülke karmaşaya düştüğünde sadık bakanlar pohpohlanacaktır. [31] *Bu ifade belki de, tüm felsefesi son derece karmaşık bir ahlak ve etiket kodlamasından ibaret olan Lao Tzu’nun efsanevi rakibi Konfüçyus’a bir naziredir. Lao Tzu, Taoca yaşayan bir toplum vizyonunu da dile getirir: küçük bir ülke olsun ve az sayıda insan. on misli, yüz misli fazla araç gereç olsun, ama hiçbiri kullanılmasın. insanlar yaşamlarına değer versinler, göçmesinler uzak ellere. gemiler ve arabalar olsa da, kimse onlara binmesin. olsa da oklar ve silahlar, kimse onları sergilemesin. insanlar yeniden urgan örsünler, kullansınlar, yazı yazmak yerine. yemekten zevk alsınlar, süslesinler giyimlerini. evlerinde huzur alışkanlıklarda sevinç bulsunlar. horozların ötüşü, köpeklerin havlaması duyulacak kadar yakın da olsa toplumlar, orada yaşayanlar komşu toplumu bir kere bile ziyaret etmeden yaşlanıp, ölsünler. yerleşimde, yeryüzüne yakın yaşa, düşüncede, sadeyi koru çatışmada adil ve cömert ol yönetirken, kontrol etmeye çalışma. işinde, zevk aldığını yap. evinde, orada olduğunu hisset.[33] Yukarıdaki satırlarda olduğu gibi Tao Te Ching’in büyük bir kısmı, sadece kişisel bazda huzurlu bir yaşam için değil, aynı zamanda ülkede huzuru sağlıyacak bir yönetime ilişkin yönergelerle imparatoru muhatap almaktadır. Taocu için herşey evrenin bir mikrokozmozudur: Bireysel, ülkesel veya lokal yaşam, kollektif dengenin ve sağlığın mükemmel bir örneği olarak, Tao’yu yansıtmalıdır. . Ölümden sonraya uzanan toplum kavramı, atalara ve doğmamış nesillere saygı Taoculuk “şimdi ve burada” vurgulu bir dindir. Ölüm sonrası kişiliğin sürekliliği konusunda büyük filozoflar fazlaca düşünce üretmemişlerdir. Belki de, ölüm sonrası deneyime ilişkin endişenin egonun ölümüyle yok olduğu bir ruhsal konuma ulaştıkları için, bu konu onlara önemli gelmemiştir. Ancak süregelen dinsel pratikleri ölçü alacak olursak, sıradan insan için bu konunun çok önemli olduğundan emin olabiliriz. Taocu veya Budist olsun, günümüzde Çinliler “Tao-Budist, folk-mit ve büyü karışımı bir animizm uygularlar.”[34] Bu inanç sisteminin merkezinde, Çinlilerin ölüleriyle olan bağlantısı yatar. Hatta, Çinliler kadar ölüleriyle ilgili başka bir toplum yoktur diyebiliriz.[35] Geoffrey Parrinder’e göre, Çin’de bilhassa yaşlı nesil atalarıyla çok alakalıdır: “Çeşitli konularda ölülerin rehberliği talep edilir, kadın ve erkeklerde üreme gücünü, sürülerde ve ürünlerde verimliliği arttırmak amacıyla onların güçlerine başvurulurdu.”[36] Ancak yaşayanlarla ölüler arasındaki bağlantının bu kadardan ibaret olduğu sanılmamalı. Yıllarca Çin ve Hong Kong’da görev yapmış bir gazeteci olan Frena Bloomfield şöyle yazar: “… ailelerin ölüleriyle ilgilenmeleri kısmen saygıdan, ama daha da çok korkudan kaynaklanır. Çinlilerin hayatı tarih boyunca ölülerin gücüne karşı süregen bir mücadele içermiştir ve çoğu Çinli için bu hala böyledir. Yaşayanlar, ölüler tarafından adeta kuşatıldıklarını düşünürler- düşünün, ölülerini hoşnut edemeyenler için yaşamı dayanılmaz kılabilen --ve kılan--, hareketli, tedirgin, sorunlu, büyük bir hayaletler ordusu…”[37] Eğer bu, batılılaşmış Çinlinin normal davranış biçimiyse --ki öyle--, ilkel Taoculuğun şekillendiği dönemde de benzer geleneklerin mevcut olduğunu düşünmek yanlış olmayacak. Yemek yaparken, hatta sevişirken ölmüş kayınvalidenizin nefesinin üzerinizde olduğunu hissetmek pek de hoş bir şey olmamalı --hatta psikolojik sorunlar yaratabilecek bir durum! Yine de, ideal olmasa da, ölüler yaşayan torunlarının hayatında yer alır ve yaşayanların dünyasında son derece aktiftirler. Günah veya ceza nosyonu yerine, dürüstlük, kişisel ve toplumsal sorumluluk anlayışı Yeryüzündeki yaşamın bütün olduğu çağlarda, kimse değerli kişilere fazlaca dikkat etmezdi… Onlar ‘görev’lerini yerine getirdiklerinin farkında olmadan doğru ve dürüsttüler. Birbirlerini sevdiler, ama bunun ‘komşunu sev’ etiği olduğunu düşünmediler. Kimseyi aldatmadılar, ama böylece ‘güvenilecek adam’ olduklarını bilmediler. Sözlerinin eriydiler, ama böylece ‘inançlı adam’ oldukları akıllarına bile gelmedi. Özgürce, alarak ve vererek, beraber yaşadılar ve ‘cömert’ olduklarını hissetmediler. Bu yüzden onların eylemleri kurgu ürünü değildi. Onlar hiç bir tarih yaratmadılar.[38] Chuang Tzu’nun eski Çin toplumunu tanımlayışı biraz ütopik görünebilir, ancak bu ortak kabul gören tarihsel bir görüştür. Büyük Çin mistikleri, tekrar ve tekrar, herşeyin (insanlar dahil) Tao’yu takip ettiği eski günlere değinirler. Bizim şanssızlığımız olmalı ki, insanlar bu dansı unuttular. İşte bu yüzden, Lao Tzu ve diğerleri bizleri tekrar aynı kulvara döndürmeye uğraştılar. Tuhaf olan şu ki, söyledikleri öyle çok da şaşırtıcı, sarsıcı şeyler değildi. Aslında hepsi, sağduyunun alanı içinde, çoğunlukla farkında olmadan değip geçtiğimiz bilgilerdi. Lao Tzu’ya göre en yüce erdem şudur: “Doğurmak ve beslemek, sahip olmak ama sahiplenmemek, eylemlerde beklentisiz olmak ve yönetmeye çalışmamak.”[39] Taoculuğa göre, toplumlarda ‘kontrol’ olgusuna çok önem verilir, ama bu bir hatadır. Aslında çoğumuz için işleri karıştıran kontrol etme çabasından başka bir şey değildir. Eski bir Zen koanında şu soru sorulur: “Köpek Buda niteliği taşır mı?” Yanıt, şüphesiz, ‘evet’tir. D.T.Suzuki, ‘Zen and Parapsychology’de şöyle yazar: “Bir köpeği izleyelim ve yemeğini nasıl iştahla yediğine bakalım. Acıktığında, yiyecek kokusu alırsa, hemen oraya gider ve anında yemeği silip süpürür. Yemeği bittiğinde de oradan uzaklaşır. Bir “teşekkür ederim” söz konusu değildir. Doğal hakkını kullanmıştır, ne eksik ne de fazla ve bundan öte bir kaygısı yoktur, ne kendisi ne de çevresinde tüm dünya hakkında. O mükemmeldir. Günah fikri, ister entellektüel, ahlaksal veya ruhsal bazda olsun, varlığı üzerinde gereksiz bir leke gibidir. O doğrudan Tanrı’dan gelir. “Ben tek başıma yeryüzündeki en onurlu varlığım.” diyebilir. Ama gerçekte, böylesine ‘ego-merkezli’ bir ifadeye gereksinim duymaz. Onun için havlamak ve cennet bahçesinden yeni çıkmış olan bu masum yaratığa zarar vermeye meyilli, günah-kaygılı insanlardan kaçıp uzaklaşmak yeterlidir.” [40] İşte böyle olamamak, evreni dengeden uzaklaştırır ve Taoculuk için günah kavramına en yaklaşan hal budur. Eğer insanlar böyle davransalardı, yani içlerinden geldiğince doğal olarak, kurallara göre davrananların kıyasla çok daha sosyal ve medeni olurlardı.[41] Lieh Tzu’ya göre buradaki mantık, burnun koklamak istediğini koklamasına, gözün görmek istediğini görmesine, ağzın söylemek istediğini söylemesine, bedenin ihtiyaç duyduğu konfora sahip olmasına ve zihnin dilediğince düşünmesine izin vermektir. Örneğin, eğer kulak müzik dinlemek istiyorsa, onu bundan yoksun bırakmak, işitme duygusunu sınırlamak demektir… Lieh Tzu, daha sonra, bedensel anatominin herhangi bir bölgesinin gereksinimleri engellendiğinde nasıl sorunlar yaşanabileceğini anlatır. Konferans, onun şu cümleleriyle son bulur: “Diktatörler ve zalimler bizi böylesine engeller. Onları başımızdan defedelim ve mutlu bir şekilde ölümü bekleyelim.”[42] Şimdi, bu çoğumuza anarşi gibi gelebilir. Oysa burada anlatılan, günümüzde rastlanan, örneğin neo-nazi gruplarına atfedilen türden, bir anarşi değil, ama anarşinin tarih boyunca hedeflediği bir sistemdir: kişisel yaşamlarımız üzerinde söz sahibi olan, genellikle engelleyici, can sıkıcı ve çürümüş ögeler taşıyan bir yönetimin olmadığı huzurlu bir toplum. Lao Tzu şöyle der: “Siz ne kadar kısıtlayıcıysanız, insanlar o ölçüde erdemsiz olacaktır. Bu nedenle üstat der ki: Kanunları bırakın, insanlar dürüst olacaktır.” [43] Gerçekte de, tarih şunu göstermiştir ki, yasakların çoğalması suçu teşvik eder, hem de hayal edilebilmesi bile zor en korkunç suçları. Tao’nun ışığında görüldüğü şekliyle iyi-kötü kavramlarının Batılı zihinlerce anlaşılması hemen hemen imkansızdır, çünkü temelde Taocu için iyi-kötü olgusu bir problem teşkil etmez. Iyi ve kötü bir ve aynıdır. Lao Tzu, “Tao taraf tutmaz.” der ve devam eder, “O hem iyiyi, hem de kötüyü yaratandır. Üstat da taraf tutmaz, o azizleri de, günahkarları da kucaklar.”[44] Taoculukta insanlığın karanlık yanının da yeri vardır, ki bu dünya dinleri arasında pek rastlanmayan bir durumdur. Günümüzde bile, eğer çok ‘iyi’ veya çok sorumlu bir tavır sergiliyorsanız, Çinliler sizin ‘rahatsız’ olduğunuzu düşüneceklerdir. Hatalar, kargaşa, hatta belli ölçüde şiddet Çinliler arasında genellikle pek yadırganmaz. Bu yüzden, kızınız veya oğlunuz ‘fazla iyi’ davranmıyorsa, endişelenecek bir şey yok demektir! Bir anne ne yapsın? kutsallık ve bilgelikten vazgeç, insanlar yüz kat daha mutlu olacaktır. ahlak ve adaletten vazgeç, insanlar doğru davranacaktır. para ve kar kaygısından vazgeç, hırsızlar kalmayacaktır. [45] Taoculuk hoşgörünün zirvesinde bir dindir ve bu niteliği, Tao’yu derinden anlamakla alakalıdır: zayıf güçlüyü fetheder, kaba kuvvetle karşılaştığında yoldan çekil, olana ve gidene izin ver… Tao kesinlikle kin tutmaz veya sizden uzaklaşmaz. İnsanlığın Tao’yu takip etmesini istemenin ardında yatan neden, evrenin dengesini korumak değildir. Evren umursamaz bile… Ve bize rağmen, denge korunacaktır. Tao evrenin merkezidir, iyi insanın hazinesi, kötü insanın sığınağıdır. Ve bir hata yaptığınızda, affedilirsiniz. Bu yüzden herkes Tao’yu sever.[46] Ritüellere, seremoniye, vizyona ve (vahiy edilmiş metinler veya dogma yerine) doğrudan deneyime odaklanma. Burada zor bir soru ile karşı karşıyayız, çünkü “o mu, öbürü mü?” türünden bir soru söz konusu, oysa Taoculuk daha ziyade ‘ne o, ne de öbürü’ türünden yanıtlarla ilgilidir. Evet, yazılı metinler vardır, ama bunlar ‘vahiy edilmiş’ metinler değildir ve gözlemlenebilen dünya ile ilgili olmaktan öte, ne sezgisel, ne de hatasız olma savları yoktur. Taoculukta hiyerarşik bir yapılanma yoktur (ancak çok sonraları popüler Taoculukta bir rahipler sınıfı ortaya çıkmıştır) ve inanç bazında formüller ve kanunlar söz konusu değildir. Alan Watts şöyle yazar: “Önemli olan doğru doktrine inanmak değil, doğru deneyimler için gerekli olan yetiyi kazanmaktır.”[47] Geoffrey Parrinder’ın düşüncesine göre Taoculuk, yazılı metinlerden daha çok, Şamanik translarda alınan vizyonlara dayanır.[48] Bunun bir açıklaması, Felsefik Taoculuğun insanın lineer mantık stilinin çok ötesinde olmasıdır, ki bu özelliği, tanınmayacak ölçüde çarpıtılmadan bir inanç formülasyonunun veya yasa sisteminin uygulanmasını imkansız kılar. Sonuçta, Taoculuk insanı evrenin merkezine koyan bir din değildir. O bize uymaz, bizim de ona uymamız gerekmez, her ne kadar uyduğumuz taktirde bizim için yaşam daha kolaylaşacak olsa da… N.J. Girardot, bu soruna geleneğin yeni bir tanımını yaparak yaklaşır: “Tarihsel bir gelenek fikri, zaman ve mekandan bağımsız, sabit bir entellektüel içeriği olacak anlamına gelmez. Bir kaç gelişmeye açık, temel dinsel inanç dizisinden oluşan çekirdek bir küme referans olacak şekilde, sürekli değişen yorumlar ve formlar söz konusudur.”[49] Bu tanım, Taoculuğa çok güzel uyar. Gerçekte de, Tao’nun bir dinin öğesi olabileceği (o dinin kuralları ne kadar esnek olursa olsun), Taoculuğun büyük mistiği Lao Tzu’nun aklının ucundan bile geçmezdi. Bunun bir nedeni, bir dinin daima kişiden belli şeyler yapmasını talep etmesidir. Oysa Taoculuk şöyle der: huşu duygularını yitirdiklerinde, insanlar dine dönerler. artık kendilerine güvenmediklerinde, bir otoriteye yönelirler. bu yüzden Üstat öne çıkmaz, ki, insanların aklı karışmasın. öğretmeye çabalamadan öğretir ki insanların öğrenecek bir şeyi olmasın.[50] Lao Tzu’nun izdeşi Chuang Tzu, cemaatlerin seremoni ve dogmalarda ısrar etmeleri konusunda şöyle bir yorum yapar: “Seremonilerle ve müzikle gereğinden fazla ilgilenerek, hayırseverlik ve kişinin komşusuna olan görevleri üzerine vaazlar vererek zihinleri tatmin etmeye uğraşanlar, bu şekilde nesnelerin gerçek doğasını tahrip ederler.”[51] Bu, anlaşılması zor bir yoldur. Çoğu insana göre, kurumsal ve hatta toplumsal detaylardan sıyrılmış, dogmadan ve hatta basit düzeyde bile bir düzen anlayışından arınmış bir din olamaz. Oysa Tao’ya göre düzen, ancak kaosla eşanlamlı olarak tanımlanabilir. Kaos da bir düzendir, Tao’nun düzeni. Kutsal çember, tıp çarkı ve dört kutsal yön İşte Taoculuk için başka bir muğlak nokta daha. Taoculuk tamamen yeryüzü-kökenlidir, ancak diğer yeryüzü-kökenli dinlerden farklı olarak, yönler veya mevsimler gibi apaçık referans noktaları saptamayı ihmal eder. Taoculuğun buna en yaklaştığı ifade Tao Te Ching’in aşağıdaki mısralarındadır: Tao BİR’i yaratır BİR, İKİ’yi doğurur, İKİ, ÜÇ’e ÜÇ de sonsuz şeylere yaşam verir. [52] Bilmece gibi bu satırlar bize fazla bir ipucu vermese de, yine de bazı anlamlar çıkarmak mümkün. Birinci satırdaki BİR, Stephan Hawking gibi bilim adamlarının ’tekillik’ olarak adlandıracağı, bölünmemiş, tanımlar-ötesi primal Tao’dur. Bu tekillik kendini İKİye ayırır. Bu mitoz bölünmenin sonucu, Yang ve Yin denilen iki eşit ve zıt yarım oluşur. Şimdi, adeta bir tür el-çabukluğunun sonucu olarak İKİ anında ‘üçüncü’yü yaratır: BÜTÜN. Artık, Yang, Yin ve Tao (Yang ve Yin’in bütünlüğü) mevcuttur. Batılılar için bunu açıklamanın bir yolu olarak evliliği düşünelim. Bir evlilik iki değil, üç elemandan oluşur. Erkek, kadın ve ikisi arasındaki ilişki. Bu görülmeyen üçüncü eleman, erkek ve kadının enerjilerinin büyük bir kısmını aktardıkları BİRdir, çünkü birlikteliklerini sağlayan, bu üçüncü elemandır. Aynı kavram, Kutsal Ruh’un görünmeyen ‘üçüncü’ olduğu Trinitre olgusunda da karşımıza çıkar. Şimdi, Yang ve Yin ne yaparsa yapsın, ne olursa olsun, Tao iş başındadır ve herşeyi dengeler.
 Tekillikten zuhur eden İKİ, muhteşem bir kaos evrenine dahil olur ve aynı zamanda o evreni oluşturur. Böylece son satırda ifade edilen sonsuz şeyler doğar. Popüler
Taoculuk döneminde Taocu yorumcular, ‘üçüncü’nün ‘insan’ olduğu fikrini savundular, ancak insanı evrenin merkezine koyan bu düşünce yazara göre pek geçerli olamaz. Girardot da şu sözleriyle aynı fikri desteklemektedir: “ÜÇ nosyonuna insan karakteri atfetmek büyük bir olasılıkla yanlıştır.” [53] Eski bir mistik olan Huai Nan Tzu’nun, evrenin denetimini kazanmak üzere insanın Tao ile mücadele edişini anlatan bir mite dayandırdığı adeta apokaliptik bir ifade vardır: “Yin ile Yang arasındaki bağlantıda bir kopma oldu ve dört mevsim düzeni bozuldu. Gök gürültüsü yıkım getirdi.”[54] ÜÇ, bir bakıma tıp çarkına veya kutsal çembere tekabül eder. Varolan herşeyi Tao’nun bir tezahürü olarak gören kişi bu döngünün farkındadır ve devinim Yang, Yin veya aralarındaki bağlantıyla uyumludur. Kapsayıcıdır, zorlayıcı değil. Budizm ve Taoculuk arasındaki ideolojik farklılıkların en büyüğü, misyonlara ve dine yeni katılanlara karşı takındıkları tavırda yatar. Budizm’in gezegendeki en büyük üç dinden biri olmasının nedenlerinden biri, tarih boyu süren agresif dini yayma çabalarıdır. Taocu bunu bir çeşit zorlama olarak görür ve buna yeltenmez bile. Taocu’ya göre Tao, tek başına gücünü ve varlığını duyarlı bir insana hissettirmeye yetkindir. İnsanları dine çekmek adına vaaz vermek fikri, Taoculuğun en temel öğretilerine aykırı düşer.Tao Te Ching şöyle der: Üstat eylemdedir, bir şey yapmadan, öğretir, çabalamadan. olanın gelişine izin verir, kaybolanın ise gidişine. sahiptir ama sahiplenmez, çalışır, ama beklentisizce. işi tamamlandığında, unutur, bu yüzden zamansızdır edimleri.[55] Parrinder’a göre “Çinliler için Konfüçyusculuk ve Taoculuk, ulusal kültürün mükemmel-ötesi tezahürleridir ve dine katılım, üyelik ve bireysel sadakat çağrılarında bulunan birer dinsel inanç sistemi olarak değerlendirilmemelidir.”[56]* *Burada Parrinder’in Konfüçyusculuğun zorlayıcı olmadığı yönündeki yorumuna katılmadığımı söylemeliyim; bilhassa ilk dönemlerde, Konfüçyus taraftarları herkesi bu yasal sisteme uymaya çağırır ve aksi taktirde zor kullanılacağı yönünde onları uyarırlardı. Ne Lao Tzu, ne de Chuang Tzu ‘yeni koyunlar’ peşinden koşmaktan söz eder. Tam aksine, ‘koyunlar’ın YOLu aradığından ve giderken akıllarının geldiklerinden daha az karışık olduğundan bahsederler. Taoculuğun ilk döneminde, YOL’a yeni kişilerin katılıp katılmaması fazlaca önemsenmemiştir, çünkü kişilerin peşinden koştuğu taktirde Taoculuğun Taoculuk olarak kalması mümkün olamazdı -- ki daha sonraları Taoculuğun Ch’an veya Zen gibi okullara metamorfozu söz konusudur. Her gelenek engellemelerle karşılaşmış ve çeşitli baskılara direnmek zorunda kalmıştır. Başından beri Taoculuk, hem felsefik, hem de şamanik formlarıyla, çalışan kesimin taraftarlığını ve desteğini kazanmış ve popüler bir halk-dini olmuştur. Hatta tarihte, Taocu prensiplerden ve evren anlayışından esin alan bir ayaklanmadan söz edilir.[57] Bu hareket ‘Sarı Türbanlıların Ayaklanması’ olarak anılır, çünkü isyana katılanların, yönetimde olan ‘mavi cennet’ yerine, takriben İ.Ö.184 yılından önce yeni ‘sarı cennet’in kurulacağı yönünde bir vizyonu vardı. Bu nedenle sarı türban taktılar ve Taocu bir sistem kurmak amacıyla yönetenlere karşı ayaklandılar. Bu olay bize Taoculuğun popüleritesi ve yaygınlığı konusunda bir fikir verebilir. Ancak, Taoculuğun özünü oluşturan felsefik kavramların, hiyerarşik bir kurumsallaşma ve büyü yöntemleriyle yer değiştirmesine yol açtığı için, bu popülarite bir bakıma Taoculuğun en büyük düşmanı olmuştur. Taoculuk yerel bir gelenek midir? Bu projeye ilişkin araştırmanın en çarpıcı yanı, en yalın haliyle felsefi Taoculuğun, Lao Tzu veya başka biri tarafından kurulmuş bir din olmadığını keşfetmek olmuştur. Lao Tzu sıkca, herşeyin, insanlar dahil, Tao’nun düzeninde olduğu ‘kadim zamanlar’dan bahseder. Yukarıda da değindiğimiz bu dönem, hemen hemen tüm Çin literatüründe yer alan ve yası tutulan Çin’in mitik ‘Altın Çağ’ıdır. Öyleyse, Lao Tzu, Taoculuğun kurucusu olarak değil, trajik bir biçimde unutulmuş olan çok eski bir geleneği yeniden canlandıran bir üstat olarak değerlendirilmelidir. Günümüzde, modern “wicca” hareketi, her ne kadar binlerce yıl dilden dile metamorfoza uğramış olsa da, bir bakıma Avrupa’nın yerel geleneğinin bir devamı olarak düşünülebilir. Benzer şekilde, Taoculuk da Çin’in yerel geleneğinin metamorfoza uğramış şeklidir. Bu sayfalarda yer alan analizler sonucu Taoculuğun bu niteliğinin netleşmiş olması ve Taoculuğun, kendi özgünlüğü çerçevesinde yaygın bir yerel gelenek olarak gerçek yerini bulması yazarın dileğidir. Notlar: 1. Frena Bloomfield, The Book of Chinese Beliefs (New York: Ballentine, 1983), p. 124-125. 2. Huston Smith, The Religion of Man (New York: Harper and Row, 1958), p. 203. 3. Stephen Mitchell, trans. Tao Te Ching, A New English Version (New York: Harper and Row, 1988), p. 29. 4. Mitchell, p. 34. 5. N.J. Girardot, Myth and Meaning in Early Taoism (Berkeley: University of California Press, 1983), p. 57. 6. Wendy Doniger O'Flaherty, trans. The Rig Veda (New York: Viking Penguin Inc., 1981), p. 27. 7. Mitchell, p. 1. 8. Alan Watts, Tao The Watercourse Way, p. 40. 9. Watts, p. 40. 10. Watts, p. 41. 11. Mitchell, p.6. 12. D.C. Lau, Lao Tzu-Tao Te Ching (New York: Viking Penguin Inc., 1963), p. 28. 13. Watts, p. 41. 14. Mitchell, p. 20. 15. Mitchell, p. 15. 16. Smith, p. 82. 17. Watts, p. 55. 18. Girardot, p. 155. 19. Mitchell, p. 13. 20. Watts, pps. 43, 53. 21. Nikos Kasantzakis, The Saviours of God: Spiritual Exercises (New York: Simon and Shuster, 1960), p. 81. 22. Watts, p. 44. 23. Mitchell, p. 39. 24. Raymond Van Over, ed. Chinese Mystics (New York: Harper and Row, 1973), p. 84. 25. Geoffrey Parrinder, ed. World Religions (New York: Facts On File, 1971), p. 333. 26. Parrinder, p. 333. 27. Parrinder, p. 333. 28. Van Over, p. 109. 29. Mitchell, p. 37. 30. Girardot, p. 69. 31. Girardot, p. 70. 32. Girardot, p. 68. 33. Mitchell, p. 8. 34. Bloomfield, p. 30. 35. Bloomfield, 55. 36. Parrinder, p. 306. 37. Bloomfield, p. 55-56. 38. Thomas Merton, trans. The Way of Chuang Tzu (New York: New Directions, 1965), p. 76. 39. Mitchell, p. 10. 40. Raymond M. Smullyan, The Tao is Silent (New York: Harper and Row, 1977), p. 121. 41. Watts, p. 122. 42. Watts, p. 116-117. 43. Mitchell, p. 57. 44. Mitchell, p. 5. 45. Mitchell, p. 19. 46. Mitchell, p. 62. 47. Watts, p. 119. 48. Parrinder, p. 328. 49. Girardot, p. 277. 50. Mitchell, p. 72. 51. Watts, p. 110. 52. Mitchell, p. 42. 53. Girardot, p. 58. 54. Girardot, p. 154. 55. Mitchell, p. 2. 56. Parrinder, p. 305. 57. Parrinder, p. 338

17 Mart 2020 Salı

Astral Seyahat



Beden dışı deneyim (OBE - out of body experience) öldükten sonra ruhun yaşamına devam etmesi zihnin vücuda bağımlı olmadığını gösterir. İslam inancında da ölüm sonrası yaşam, kabir azabı ve benzeri inançlar öldükten sonra da tam bir bilinçlilik içerisinde olunduğuna kanıt teşkil edebilir. bu kavrama göre zihin bazı yönlerden bağımsız bir bütündür. Bu da zihnin ölümden önce vücuttan ayrılabileceği ve vücuda herhangi bir zarar vermeden dönebileceği gibi bir olasılığın varlığını gösterir. Bir araştırmaya göre Oxford Üniversitesi'nde görüşmeye alınan öğrencilerin %34'ü kimi zaman vücutlarının dışından kendilerini seyretmeleri gibi bir tecrübe yaşadıkları saptanmıştır. Ernest Hemingway, Arthur Koestler, Vircinia Woolf, D.H. Lawrence gibi yazarlarda bu tür tecrübeleri yaşadıklarını belirtmişlerdir. Cenk Koray'da kendi başından geçen bir olayda koltukta otururken birden koltuktaki fiziksel bedenini seyrederken bulduğunu söylemişti. Vücuttan ayrılma olgusu, yaşamın tehlikede olduğu yada tehlikedeymiş gibi göründüğü zamanlarda, aşırı fiziksel gerilim koşullarında, genellikle kendiliğinden çıkış bir çok defa söylenmiştir. Bu tür insanlar olay sırasında (rüyadaymış gibi) olaya ilgisiz bedenlerini izlemişler çoğu kez uzun bir süreden sonra kendi vücutlarına baktıklarının farkına varabilmişlerdir. Demek ki farkındalık her yerde olduğu gibi burada da büyük rol oynuyor. Tipik bir boğulma olayından yaşama dönen bir kazazede vücuttan ayrılma tecrübesini söyle aktarıyor: "Babamın teknesinde çalışırken kardeşlerimi büyük bir korkuyla ayak bileklerime asılırken gördüm, bedenim denizin dibine doğru çekiliyordu, boğulmak üzereyken babamın da yardıma geldiğini korkuya kapılmış kardeşlerinim eve doğru koştuğunu gördüm. Babamın bütün uğraşı beni kurtarmaktı ve bende vücuduma dönmeye çalışıyordum." O halde, vücut dışı deneyim (Astral Seyahat) var mıdır? Tabii ki kişi kendisi böyle bir deneyim yaşamadan tam bir inanç sahibi sanırım olamaz. zaten böyle bir deneyim geçirdikten sonrada inanmış değil bilmiş oluruz. Bazen de bir kimse ölmek üzereyken yada öldüğü anda bir yakınına hayalet biçiminde görünür. Buna benzer bir olay hermetics.org yazılar bölümünde mevcut. Eski Mısır'lılarda ruhun yada Ba'nın ölümden sonra vücudun üstüne yükselen ve kuşa benzer bir varlık olduğuna inandıklarını dair duvar resimleri mevcuttur.

"İNSAN, GİZLİ KALMIŞ ŞEYLERİ BİLMEK İÇİN NE KADAR ÇABALASA DA, GERİYE SAYILAMAYACAK KADAR ÇOK ŞEY KALIR Kİ HAKKINDA ANCAK "SANIRIM" DİYE KONUŞABİLİR"

Friedrich Von Logan.

Cadılıkta Astral Seyahat'in yeri ve önemi büyüktür. Özellikle Engizisyon Mahkemeleri farklı bölgelerde yaşayan bir çok cadıyı sorguladıklarında cadılar belirli zamanlarda Astral Boyutun belirli bir bölgesinde ayin yaptıklarını söylemeleri kayıtlara geçmiştir. Austen Osman Spare de "Cadı Annem" (küçük yaşta kendisine okült konularda yardım etmiş bir cadı) dediği kişiyle yılın belli zamanlarında Astral ayinlere katıldığını söylemektedir. A.O. Spare'i incelediğimizde en çok üzerinde durduğu konu "uyku uyanıklık arası" dönemidir. Bu da söylediklerini bana göre destekler niteliktedir. Çeşitli kayıtlara göre cadılar "uçma merhemi" denilen bir ilacı kullanarak, astral çıkışı gerçekleştiriyorlardı. Bir yağda kaynatılmış yabani havuç, baldıran otu, beş parmak otu, köpek üzümü, güzel avrat odu, adamotu, kaplan boğan, boru otu gibi zehirli ve uyuşturucu maddeler içeren bu merhem çıplak vücudun her yerine iyicene ovularak sürülür ve bu sayede merhemde kullanılan bitkilerin yardımıyla cadı koma haline benzer bir hal alır, Fiziksel Beden'den Astral Beden ayrılır. Astral boyuta çıkıldıktan sonra kendilerine verilen koç, keçi, süpürge türü Astral araçlarla ayin yerine uçarak gittikleri orada dünyanın farklı bölgelerinden gelen bazılarına göre 100 bazılarına göre daha fazla cadıyla ayine katıldıklarını söylemeleri ve hepsinin de yaklaşık aynı cevabı vermeleri gerçekten ilgi çekicidir. Fakat Engizisyon Mahkemeleri bu cadıları suçlu bulup canlı canlı yakma cezasına çarptırdığı için bu cadıların bir çok bilgisi bu zamana ulaşamadan ne yazık ki yok olmasına sebep olmuştur. (Bu tür tarifler günümüzdeki okült kaynaklarında halen mevcuttur ama ne kadar işe yararlar...?)

KABALA


"Harfleri yay üstlerinden geçtikçe titreşen keman telleri gibi gör ve ruhun ilahi müziğinin aynı şekilde hızlanmasına izin ver"
Abraham Ben
Samuel Abulafia.
Tzeruf (harf permütasyonu) olarak bilinen meditasyon tekniği, dili onun yapısını bölüp geçen mistiğin akılcılık üstü düzeye çabuk ulaşmasını sağlar. Bu değişik düşünme şeklini uygulayan kabalacı, bir ayeti akılcı anlamını kaybedene değin ve hatta anlamını kaybettikten sonra da zikreder, işte o zaman aniden "anlamın ötesinde bir anlam beliriverir." Görüldüğü gibi harfler üzerinde meditasyon, özel nefes teknikleri ve bedendeki çeşitli merkezler üzerine yoğunlaşma ile desteklendiğinde, kişiyi kendinde geçirmektedir.

"Tzeruf meditasyonu için en iyi saat gece yarısıydı. Bu saatlerde, dua şallarına sarınmış ve ışıl ışıl yanan mumlarla çevrelenmiş olan kabalacı, beyaz kağıtlar üstüne siyah mürekkeple kutsal harfleri yazmaya başladı. onları birbirleriyle eleştirdikçe kalbinde sıcak, pırıl pırıl duygular hissediyordu. Bu duygular inişe geçen Shefa yada ölümsüz akımın işaretleriydiler. Önceden belirlenmiş melodilere uygun belirli adları söylerken, tıpkı Merkabah mistiklerinde anlatılan türde hava, ısı, çağlayan su veya akan yağ hislerine kapılarak kendinden geçti. "Babanın uyardığı gibi, seni yakmaması için ateşten, boğmaması için sudan ve zarar vermemesi için rüzgardan kaçın- dedi Abulafia. Bu an, ruhun vücuttan öylesine delice kurtulmak istediği bir andı ki, ölümle sonuçlanabilirdi. Bu yüzden, Abulafia, oluşabilecek titreme, gözyaşı ve hatta olumlu duyguları gözardı edip, kişinin dudaklarından bir sözcük seli ve birbirini tutmayan cümleler halinde dökülecek. Shefa'ya karşı dikkatli olmasını öğütler. Bu noktada, dikkatli mürit kendini bir melekler çemberinin ortasında hayal eder. Melekler ona kutsal mesajı çözmesinde yardımcı olurlar: "Harfler öyle büyük bir hızla cevabı oluşturacaklar ki, kalemle yazı tahtası elinden düşebilir." Ölümsüz akımın yaydığı pırıltı, yok edicilikle tehdit ediyorsa da Abulafia'nın müridi, vücudun ölümü halinde bile ruhunun yaşayacağını bildiğinden, yolunda devam etti. Gerçekten de vücuduyla olan bağı zayıfladıkça ruhu güçlenip, canlandı. Ustası "Bu, yüksek şuur düzeyine ulaştığını gösteriyor" dedi.

Bu yazdığım alıntılardan da anlaşılacağı gibi Kabala'ya göre harf permütasyonu Astral Seyahat için kullanılabiliyor. Fakat burada anlatılanlar daha ilahi amaçlar için. Ama yine de ilahi yolda edinilen becerilerin daha yüksek bilgiler için sadece birer basamak olduğu açıkça görülebilir. Ve yükseldikçe daha da dikkatli olunması gerektiğini anlıyoruz.

Öncelikle herkesin kendi tekniğini bulması gerektiğini belirtmek isterim, çünkü bir teknik yok ve duygusal bedeni ilgilendiren bir konu olduğu için hangi tekniği daha rahat yapabiliyorsan onu kullanmalısın. Kendi tekniğini buluncaya kadar öğrendiğin teknikleri uygulamalısın. Örneğin bu yazıdaki teknikler ya da Golden-Dawn’in (altın Şafak Hermetik Cemiyeti) öğrencilerine verdiği tekniği, hangisi kolayına gelirse onu. Tek kural var; “bedeni uyutup, zihni uyanık tutmak”.




1-Rejim

Öncelikle rejim konusuna değinirsek sanırım yanlış yapmış olmayız. Yalnız Astral Seyahat değil okült çalışmalarda da olduğu gibi yenilmesi ve yenilmemesi gereken bazı yiyecekler vardır. (Altın Şafak Hermetik Cemiyetinin kurucularından) S.L. MacGregor-Mathers ve eşi sıkı vejetaryendiler. Bundan da anlaşılacağı gibi hayvansal besinlerden özellikle kırmızı etten uzaklaşmakta fayda vardır.

Hani bir söz var “Ne yersen o olursun”. Burada kastedilen konunun duygusal yönü tabii ki. Yani uyumlu bir enerji yaymamız için hayvani besin tüketilmemeli. Bunun yanında üstat Majisyen Eliphas Levi’nin bazı uyarılarına göre kızartmalar, bol yağlı ve hazmı zor yiyecekler, fındık, fıstık vb... çerezler yenilmemeli. Un, şeker ve tuz tüketimini en aza indirmelidir. Hala piyasada bulunan Astral Seyahat Teknikleri isimli kitapta ise her gün bol miktarda havuç ve en az bir adet çiğ yumurta tüketilmesi gerektiği ve bol bol sıvı alınmasının faydalı olacağı belirtiliyor. Çalışma başlamadan en az 4 saat önce ve çalışma bitinceye kadar, hiçbir yiyecek yenmemeli sıvı içecekler ise minimum düzeyde alınmalıdır. Öncesinde oruçta faydalı olabilir.
2-Sabır ve Azim

Sabır konusunda kimse bir şey söylememişse de ben birkaç şey söylemek istiyorum. Her türlü okült faaliyetlerde olduğu gibi Astral Seyahat çalışmalarında da sabır, azim ve soğuk kanlılık çok önem arz etmektedir. Eğer çalışmalar her gün yapılmıyorsa ya da en az haftada 3-4 defa yapılmıyorsa sonuç gecikebilir. Çalışma yapılırken sabır ve azimle her ayrıntı üzerinde yeteri kadar durularak yapılmalıdır. 2-3 ay deneyip bırakanlar genellikle çoğunluğa uyup başaramayanlardan olurlar. Devamlı uygulandığında yaklaşık 5-6 ayda başarılabilir (başarı sizin ciddiyetinize ve azminize bağlıdır.)

 
3-Zamanlama

Genellikle günün ilk saatleri önerilse de bu zamanda yapamayanlar için sabah uyandıktan sonra veya birkaç saatlik uykudan sonra denemek uygun zamanlar arasındadır. Hiç birini yapamıyorsanız gece yatarken ya da istediğiniz her hangi bir zamanda yapılabilir. Bu arada unutmamak gerekir ki çalışmayı yaptığınız gün cinsel herhangi bir faaliyet çıkış şansınızı azaltır. Belki bir kadeh şarap yararlı olabilir (konsantrasyon açısından). Ama aşırı alkol sakıncalıdır. Zamanlama konusunda uygun gezegen saatleri de mevcuttur. Bunları vermemin sebebi bu saatlerde sert gezegen etkilerinden korunmuş olacağınızdır (tabii verilen ritüellerle beraber yapıldıkları taktirde) yani daha güvenli saatlerdir. günlerin gezegenlerine ait ilk saatler ayrıca güneş, ay, venüs ve merkür gün ve saatleri merkür diyorum çünkü merkür iletişimler yolculuklarla ilgili bir gezegendir. Bir de gezegen tütsülerini kullanmanızı öneririm.

 
4-Dua

Çalışma öncesi kendinize telkin verebileceğiniz gibi çalışmaya başladığınız anda: “Bu gece/gün Astral Seyahat yapmak istiyorum, yüksek benliğim/koruyucu meleğim bana lütfen yardim et” vb. tarzda dua edilmesinde fayda vardır.

 
5-Yer

Bu iş için eğer okült çalışmalar yapabileceğiniz bir oda varsa çok iyi (her okült çalışmada olduğu gibi psişik saldırılara karşı odayı negatif unsurlardan temizlemek ve elementleri dengelemek için KDPR (Küçük Defetme Pentagram Ritüeli) uygulanırsa çok iyi olur). Eğer böyle bir imkanınız yoksa kendiniz rahat hissettiğiniz ve rahatsız edilmeyeceğiniz (en az 1-2 saat) bir yer olabilir. Arındırıcı törensel bir banyodan sonra Gevşeme Ritüeli ardından KDPR arkasından OSR (Orta Sütun Ritüeli) yapıp çakralarınızı dengelemelisiniz. Bu uygulamaları yapabileceğiniz bir mekan yoksa hayal ederek yapılmasında bir sakınca yoktur (çalışma yaptığınız günün pozitif tütsülerinden birini yakmanızda yararlı olur, loş bir ortamda olması bir adet mum - tercihe göre değişebilir ama uygulama gününün gezegenine uyan bir mum rengi daha iyi olur - kullanılması konsantrasyon açısından yararlıdır).

 
6-Nefes
KRAL SÜLEYMAN'IN NEFES ALIŞTIRMALARI
Rabbi Simeon'a göre, büyük bir şarkı söyleme ve konuşma ustası olan Süleyman, bu dalınç (contemplation) alıştırmasını kendi derin deneyimleri sonucu oluşturmuştur. Ağacın yedinci küresine değin yükselen Süleyman, kendisini izlemek isteyecekler için bu mistik yükselişini üç kitaba sığdırmıştır: "Şarkıların Şarkısı" kitabında, Güzellik (Tifaret) olarak bilinen kürenin doğasını, Mezmurlar kitabında adalet (Geburah) küresini, Özdeyişler ise Sevgi-İyilik (Hesed/Gedulah) küresini tanımlar.

Süleyman'ın, kendisi de şair olan babası Davut, ona, görsel deneyimlerin yaşanmasını ve sonucunda bu üç değerli kitabın yazılmasını sağlayan esini yada "Kutsal nefesi" uyandırma yöntemini göstermiştir. "İnsan nefesi, hava, ateş ve su gibi narin elementlerin karışımıdır. Nefes almadan yaşayamaz, ölürüz. Nefeste saklı bulunan sırları öğrenen ve onlarla alıştırmalar yapan Süleyman, doğanın yaratılmış şeyler üzerindeki fiziksel örtüsünü kaldırabilmiş ve onun altındaki ruhu görebilmiştir." der Rabbi Simeon. Dolayısıyla genellikle kibir (hebli) olarak tercüme edilen Mezmurlar da, daha örtülü anlamıyla "Nefesimin günlerinde herşeyi gördüm, hebel." Olarak da okunabilir. Daha da kapalı olmayan şekliyle Rabbi Simeon, Süleyman'ın bütün dikkatini beyindeki beyaz maddeye toplamışken, nefes alıp verme şeklini değiştirme tekniğini öğretiyordu. İnsan'ın Tanrı'yla bütünleşmesinin, en iyi olarak dünyada ve nefes aracılığıyla gerçekleşeceğini ısrarla söyleyen Rabbi Simeon, nefes alıp vermenin gizemini, Tanrı'nın birliğini her günkü zikri olan Shema'ya benzetir. Rabbi Simeon, Duada yer alan üç ismin (YHVH, Elohaynu, YHVH), insan nefesindeki ateşi, havayı ve suyu ifade ettiğine dikkati çeker. Duasını zikrederken, Ağacın üzerindeki üç sıfatı (Taç, Bilgelik, Anlayış) gözünün önünde canlandıran Kabalacı, kendi nefesini kutsal akışın aktığı bir kanala dönüştürür. İnsanın ağzı ve dudakları oynarken, kalbi ve iradesi bütünün birliğini yüceltmek için en yukarılara doğru süzülmektedir.

Kabalada nefesin ne kadar önemli olduğunu buradan anlayabiliyoruz.

Çok çeşitli nefes alıştırmaları vardır ve çalışma öncesi bu egzersizleri yapmak faydalıdır. Astral Seyahat çalışmasında faydalı olduğuna inandığım ve genelde kullandığım kare nefes tekniğini vereceğim. Ama isterseniz başka bir teknikte kullanabilirsiniz.
1. Nefes tekniği;

-Rahat bir kıyafet giyin, eğer sizi rahatsız eden bir şey varsa kalkıp onu halledin. Daha sonra rahat edebileceğiniz yatak veya yere uzanın (sırtınız yere paralel olacak şekilde), başınızın altına, başınızla sırtınızın açısını bozmayacak bir yastık kullanabilirsiniz. (kare nefes tekniği üzerinde tefekkür ediniz) 3-4 defa derin nefes alın (nefesinizi karın bölgesine alıp bırakın, göğsünüzü şişirmeyin). Tüm nefesinizi boşaltın. Bu şekilde içinizden, birden dörde kadar sayın.
-Nefes alırken birden dörde kadar sayın.
-Nefesinizi tutun, birden dörde kadar sayın.
-Nefesinizi bırakırken birden dörde kadar sayın.

Bu şekilde nefesiniz rayına oturasıya kadar bu konumu koruyun.
2. Nefes tekniği
Burnunuza konsantre olun nefes alırken burnun ucundaki soğukluğa verirken sıcaklığa konsantre olun nefes alıp verdiğinizde içinizden bir, tekrar nefes alın verirken iki... şeklinde on'a kadar sayın ve tekrar bir'den ona kadar sayın şaşırdığınızda, aklınız karıştığında hep bir'den başlayın bu sırada aklınıza gelen tüm düşünceleri atıp sadece burnunuzun ucundaki sıcak-soğuk havayı hissedin bu şekilde bir süre sonra her tarafınızın uyuştuğunu göreceksiniz. devam edin ta ki sadece nefesinizin sesi kalana dek. O zaman tekniklerden birini deneyin.
3. Nefes tekniği
Nefes alırken 8'e kadar sayın nefesinizi tutun 16 ya kadar sayın bırakırken 4'e kadar sayın bu sayede pranayı ciğerlerde daha fazla tutmuş oluyoruz. Hazır olunca tekniğe geçin.
7- Gevşeme

Astral Seyahati açıklarken vücudu uyutup bilinci kandırarak uyanık kalmak şeklinde bir yorum yapmıştık buna ek olarak vücudun daha kolay uyku hali alabilmesi için kasların gevşetilmesi gerekmektedir. Astral Bedenin bazı kaslar tarafından tutulduğu kasların gevşetilmesiyle Astral Bedenin serbest kalacağı fakat bu kasları tam olarak gevşetmek için sürekli çalışmak gerekiyor. Astral Seyahat sırasında vücudun bir başkası tarafından rahatsız edilmemesi gerektiğini bunun ölüm riski bile taşıdığı yazılıydı bazı kaynaklarda. Astral Seyahat Teknikleri ismindeki kitapta kasları gevşetme tekniği var (isteyen bu kitaptan yararlanabilir).
- Ayak tabanı, parmaklar ve bileğinize kadar olan kısmı nefes alıp tuttuğunuzda gücünüzün yettiği kadar sıkın birden dörde kadar içinizden sayın ve gevşetin, nefesinizi bırakırken dörde kadar sayın sonra içinizde hava yokken dörde kadar sayın bunu 3 defa tekrarlayın sonra da ayak parmaklarınızı ters istikamete doğru aynı işlemi tekrarlayın.
- Ve sırasıyla ayak bileğinizden diz kapağınıza kadar olan kısmı
- Diz kapağınızdan (baldır dahil) kalçaya kadar olan kısmı
- Sonra diğer bacak için aynısı
- Kalçalar
- Karın boşluğu
- Sırtınız (köprü şekliyle)
- Göğüsler
- Sağ el parmakları bileğe kadar sonra da ters istikamete doğru
- Bilekten dirseğe kadar
- Dirsekten omuzlara kadar
- Sonrada diğer kol için aynısı
- Omuzlar ve trapez kasları
- Boyun kasları (kafayı göğse doğru eğerek)
- Çene kasları (çeneni göğse eğerek)
- Surat kasları (gözlerini sıkıca kapayarak daha sonra kaslarını gererek)
Her kası kasıp gevşetirken 3 er defa tekrarlamalısınız. Bu işlemler bittikten sonra 2-3 defa derin nefes alarak nefesi rahatlatmalısınız.

 
8. Korunma ve İmgeleme

Astral Seyahat yapan insanların çoğu bu tür bir deneyimi daha önce yaşamadığı için ilk çıkışta, yaşadıklarından dolayı korkarlar. Kendinizi bir anda farklı bir gezegende hissedin nasıl tedirgin olursanız işte böyle bir duygu ki bazıları bunu bile hayal edemez. İste bu gibi korku ve tedirginlik durumlarında Astral Beden korunma mekanizması olarak tekrar Fizik Bedene geri döner. Bir arkadaşım ilk Astral çıkışında önce kendini görüp şaşırmış daha sonra da korkması sonucu ağlamaya başladığını anlattı. Çünkü öldüğünü sanmış. Birde çeşitli Astral varlıkların saldırma ihtimali düşünüldüğünde korunmanın yeni çıkan insanların uygulaması gerektiğini düşünüyorum. Ve size vereceğim uygulamayla kendinize bir nevi zırh oluşturursunuz. Sırt üstü yere uzanın rahat bir hal alın. Avuç içleri yere doğru olmalı. Nefes kontrolü ile önce sadece gözünüzün önüne gelen anlamsız şekilleri izleyin. 5-10 dakika boyunca yorum yapmadan, görüntülerin arkasından bile gidebilirsiniz. Sonra iradenizle boşluğu yakalayıncaya kadar uğraşın. Hiçbir renk, hiçbir ses olmamalı ve hiç bir ışık olmamalı sadece karanlık olmalı. Bu arada kendinizi kristalden yapılmış, saydam olarak hayal edin. Boşlukta nokta şeklinde bir ışık hayal edin gittikçe büyüyen bir ışık topu şeklinde, yaklaşık olarak birkaç metre kala ışık topunun durduğunu ve kaynadığını hayal edin. Başınızdan başlayarak tüm vücudunuzu kapladığını ve etrafınıza ışık yaydığınızı aura'nızda beyaz ışıktan bir kalkan oluşturduğunuzu hayal edin. Bu arada boşlukta hayal ettiğiniz size gelen ışık topunun sadece beyaz ışık olduğunu hayal etmelisiniz, eğer başka bir renk olursa çalışmayı bırakıp daha sonra tekrar denemelisiniz. Işık vücudunuza girmeye başladığı anda serin suların başınızdan aşağı doğru yayıldığını hissetmeye çalışınız. (Bu çalışmayı eğer KDPR ve OSR'ini yapmadıysanız yapınız yaptıysanız gerek kalmaz.)
9- Rüya Günlüğü
Görmüş olduğunuz rüyaları yatağınızın yanında hazır bulunan rüya günlüğü olarak kullandığınız deftere uyanır uyanmaz rüyayı teze taze yazmalısınız. Eğer daha sonraya bırakırsanız unutabilirsiniz. Bunun amacı; Rüyalar Astral Boyutta gerçekleşir, buradan edineceğiniz bilgiler bilinç altından gelen bilgilerdir. bu yüzden çabuk unutulur. Yani rüyaları kaydederek bir süre sonra bilinç altınızla bağlantı kurabilirsiniz ve rüyada olduğunuzun farkına varabilirsiniz. bu sırada lusid rüya aşamasındasınızdır ve buradan bilinçli Astral Seyahat'e geçiş yapabilirsiniz. Bunun için bir teknik geliştirmiştim bunu sizlerle paylaşacağım; Örneğin: Rüyanızda bir ormanda yürüyorsunuz sonra ileride ne var acaba diye merak ediyorsunuz ve birden uçmaya başlıyorsunuz sonrada uyanıyorsunuz. Eğer rüyada fiziksel ortamda olmaması gereken şeyleri farklı(zıt) renklerle yazarak yada etrafına daire çizerek kaydederseniz bir süre sonra rüyadayken fiziksel ortama aykırı şeyler olduğunda başlangıçta şaşırıp sonra da rüyada olduğunuzun farkına varabilirsiniz. bu sayede rüyanız lücid rüya olur ve burada yapacağınız şey fiziksel bedenin yanına gitmeyi istemek olacak. Bunu yaptığınızda büyük bir ihtimalle ya vücudunuzun üzerinde salınıyor yada vücudunuzun önünde yada yanında ayakta fiziksel bedeninize bakıyor olarak bulacaksınız kendinizi. bundan sonrası düşüncelerinize kalmış. ama ben yinede ilk 3-5 çıkışta evinizin dışına çıkmanızı tavsiye etmem zaten bunun nedenini anlayacaksınız. Astral ortama alışasıya kadar ve düşüncelerinize hakim olasıya kadar evinizi dolaşın ailenizi seyredin vb...
10- Çıkış Belirtileri
İyi bir konsantrasyon, nefes tekniği ve hayal gücüyle bir süre sonra vücudunuzdaki tüm kaslarınızın ve hücrelerinizin uyuştuğunu onları hissedemediğinizi göreceksiniz. (sakın orada olup olmadıklarını hissetmek için dikkatinizi farklı yönlerinize kaydırmayın tüm uğraşınız boşa gidebilir) kulakta uğuldama, tüm vücutta karıncalaşma, baş dönmesi yada vücudun spiral bir şekilde dönmeye başlaması çıkış belirtileri arasında sayılabilir. Tabii burada fiziksel vücut değil Astral Beden dönüyor olacaktır. hafifleme hissi oluştuğunda nefes sisteminizi bozmadan nefesinizi tutun ve hayalinize (uyguladığınız teknik) devam edin, eğer çıkış başarılı olmadıysa (nefesinizi fazla uzun tutmayın) tekrar yani belirtiler bekleyin ve aynı işlemi tekrarlayın. bu sayede çıkış rahat olacaktır.

 
11- Çıkış Deneyleri

Buraya kadar genelde herkes bu uygulamaları aşağı yukarı yapar. Bundan sonrası kişiye göre değişir. Bu kısımda birkaç örnek vereceğim. Hangisini istersiniz onu kullanın bundan sonrası size kalmış.
Teknik - 1

Genellikle çoğu insan kendi kendine telkin yöntemini kullanır. Bir nevi Lusid Rüya yöntemi de denebilir. “Yemek yanıyor kalkıp ocağı söndürmeliyim, tuvalete gitmeliyim, evde hırsız var kalkmalıyım” tarzında telkinleri sik sik kendine verir ve sonuçta bu emre fizik beden gevşemeden dolayı cevap veremez ve Astral Beden bu emirlere yanıt vermek için harekete geçer.
Teknik - 2
İmgeleme yöntemleri de vardır.

a- Gökyüzünden bir ipin 3. gözünüze doğru asili olduğunu elinizi uzatınca tutabileceğiniz bir uzaklıkta hayal etmelisiniz. Ve Astral Ellerinizle o ip sayesinde yukarı tırmandığınızı hayal edin.

b- Kendinizi vücudunuzun içinde hapsolmuş olarak (karanlık bir hücre gibi) hayal edin. İçerdesiniz ve sadece 3. gözünüzün olduğu yerde bir ışık ve çıkış var. Bir merdiven sayesinde buradan çıktığınızı hayal edin. Hayal edilemiyorsa bile öyle olduğunu varsayarak hayal etmeye çalışın.

c- Kendinizi bir hücrede hayal edin. Tek çıkış var ve içeriye serin bir su dolmakta. İçerisi suyla yavaş yavaş dolmakta, sırt üstü suya kendinizi bıraktığınızı hayal edin. Ve bu şekilde yükselerek çıkışa ulaşıp çıktığınızı imgeleyin.

d- Kendinizi ayakta durur vaziyette imgeleyin ve tüm ayrıntıları görmeye çalışın. Tam olarak başardığınızda bilincinizin bu
imgelediğiniz size aktığını hayal edin. Bunu başarabilirseniz çıkış yapmış olursunuz.

e- Bir de vücudunuzdaki kaslardan birinin kasılı kalmışta Astral Bedeninizi tutuyor hayal edin ve bu kasın gevşemesiyle Astral Bedeninizin boşlukta aşağıya doğru düştüğünü imgeleyin.

f- Aleister Crowley'in öğrencilerine öğrettiği teknikte; Odanızdaki duvarda bir kapı oluşturun ve bu kapının üzerinde sizin için anlamlı bir simge hayal edin (mottonuz da olabilir.) ve kendinizi o kapıdan dışarı çıkarken hayal edin. Crowley'e göre kapıdan geçebilirseniz çıkış yapmışsınızdır.

g- GD'a göre ise Çalışma öncesi bir boy aynasında kendinize dikkatlice bakmalı ve hayalinizde kendi formunuzu ince ayrıntılarına kadar hayal edebilmelisiniz ki çıkış başarılı olsun.

ğ- Kemal beyin söylediği bir diğer teknik ise ki ben denedim; yere uzanın ayak parmak uçlarından yavaş yavaş yukarıya doğru yaşam enerjinizi (beyaz ışık) çekin ta ki 3. gözünüze kadar hissederek çıkın zaten buraya geldiğinizde vücudunuz neredeyse tamamen uyuşmuş oluyor. ve 3. gözünüze ulaştığınızda yaşam enerjinizle birleştiğinizi ve 3. gözünüzden dışarıya çıktığınızı imgeleyin.

Daha bir sürü teknik verilebilir. Astral çıkışı başaranlara yeni dünyalarında iyi şanslar diliyorum. Bunun anlamı çok büyük, Astral ortamda çok fazla okült bilgi edinilebilir. İlk zamanlar Astral ortamda kontrol çok zordur ama zamanla Astral Bedeni kontrol edip rahat hareket etme imkanı bulabilirsiniz tabi bunu tecrübe belirler. Bir de bir çok kişinin Astral Seyahat denemelerinin boşa gitmesinin sebebi bir uygun zamanda yapmamaları iki çalışmalara yeterince devam etmemeleri üç ki en önemlisi olarak düşündüğüm üç boyutlu imgelemeyi başarmaları. Bir çok üstat da hayal gücü üzerinde boşuna durmamışlardır herhalde.

 

Kaynaklar:

Kabala Musevi Mistiklerinin Yolu - Perle Epstein - Dharma Yayınları
Altıncı Boyut İnsanın Bilinmeyen Gücü - Roderich Feldes - Cem Kitapları
Altıncı Duyu Duyu Ötesi - Brian Ward - Remzi Kitabevi
Astral Seyahat Teknikleri - D. Scott Rogo - Ege Meta Yayınları

Sayıların Anlamı sembolizm

Sembol sözcüğü etimolojik olarak Latince Symbolum sözcüğünden Fransızca’ya, oradan da Türkçe’ye geçmiştir. Sözcüğün ilk anlamı tanınma işaretidir. Kökeni ise Yunanca’daki, sumbolon sözcüğüdür. İşaret,sembol, alegori anlamına gelen sözcüğün kökeninde zaten birlikteliği belirten sum- ön eki vardır.
Sözcük anlamı olarak sembol , “Biçimi ya da doğası ile bir düşünceyi ya da düşünceler bütününü çağrıştıran nesne ya da resim” demektir. Meydan Larousse ise sembol tanımını “Duyularla algılanamayan bir şeyi belirten somut şey veya işaret” şeklinde vermektedir :
Yine Meydan Larousse’a göre sembolizm, “Olguları yorumlamaya veya inançları anlatmaya yarayan semboller sistemi” olarak tanımlanmıştır.
İnsanlar ilk çağlardan beri sembolleri kullanagelmişler, dönemlerinin, kendilerine göre özel ve gizli kalması gereken, bilgilerini bazı semboller aracılığı ile anlatmışlardır. İlk çağlarda evren ile ilgili bilgiler, psikoloji ile ilgili bilgiler, ezoterik bilgiler hep semboller aracılığı ile aktarılmıştır.
Mitler, efsaneler, folklorik öyküler, hatta masallar ve çeşitli sanat eserleri bizlere bu sembollerin aktarılmasını sağlamışlardır.
Burada karıştırılmaması gereken işaret ile sembol arasındaki farktır. Sembol belli bir düşünceyi ve olguyu ifade etmek için kullanılır. İşaret ise bir düşünceden çok bir hareketi ya da eylemi ifade eder. Örneğin kırmızı, trafikte dur işaretidir, ama kanı sembolize ettiği için durulması, dikkat edilmesi gereken yerlerde kullanılır. A, harf olarak bir nidayı işaret eder, ancak sembol olarak boğa çağından beri boğayı sembolize eder, çünkü ters dönmüş düşünürsek V, boğa başına benzer. Örnekleri çoğaltabiliriz, ancak bu konuya vakıf olması gereken bazı yazarların da bunu karıştırması üzücüdür. 
Sembollere geri dönersek, her sembolün, kendi döneminde bir düşünceyi anlatmak için kullanıldığıdır. Başka bir deyişle bir sembolü yorumlarken kendi döneminde ele almak gerekmektedir. Bunun bir istisnası ezoterik sembolizmdir.
Ezoterik öğretiler yıllar boyu üstatlar tarafından aktarılarak geldiği ve olabildiğince bozulmadığı için semboller uzun süreler anlamlarını korumuşlardır
Bunun tam tersi olarak sembol anlam değiştirmiş de olabilir. Yunan kültüründe Athena’ya ait olup aklı ve bilgeliği temsil eden baykuş , yine aynı coğrafyada, Anadolu’da uğursuz bir haberi de, uğursuzluğu da sembolize etmektedir. O dönemde rüyasında baykuş gören biri bunu bilgelik olarak yorumlarken, günümüzde uğursuzluk olarak yorumlanmaktadır.
Sembollerle ilgili olarak bilinmesi gereken bir husus da, bir sembolün birden fazla anlamı olabileceğidir. Kişinin tekamül seviyesine göre sembollerin içindeki derin anlamı anlaması olanaklı olacaktır. Bir başka deyişle sembollerin açıklamaları çeşitli seviyelerde olabilir, bunların anlaşılması ancak o yolda alınan yol ile orantılıdır. Bu da semboller yoluyla aktarılan ezoterik öğretilerin sadece inisiye olanlar tarafından anlaşılması açısından önemlidir. 
Semboller üzerine çok şey yazılabilir ancak bunları başka yazılara bırakıp konumuz olan sayıları inceleyelim .
Eşyaların niceliklerini belirtmek için kullanılan sayılar çağlar içinde sembolik anlamlar kazanmışlar ve bunları günümüze taşımışlardır. Burada şimdilik ilk on sayının sembolizmine bakarak konuyu daha iyi anlayabiliriz.

BİR :
Bir sayısı sembolik olarak herkesin ilk defada söyleyebileceği gibi TEK olanı, MUTLAK olanı sembolize etmektedir. 
İslam’da bir olan, tek olan Allah’tır. Allah sözcüğünün ilk harfi olan elif 1 şeklindedir ve ebcet hesabındaki değeri 1’dir. 
Bir sayısının bir başka özelliği de kendinden önce başka sayı gelmemesidir. Kendinden önce gelen sıfır hiçliği sembolize eder. Bir ise hiçliği takip eder ve diğer sayılar ondan türer. Burada Bir’in yaratılıcılık işlevi de ortaya çıkar. Tarot destesindeki bir numaralı kart olan Büyücü de başlangıç ve yaratılış anlamındadır.
>
Bu bağlamda Yunan alfabesindeki alfa (a) da başlangıcı temsil eder. İbrani alfabesindeki alef ise başlangıç olduğu gibi, bir inanışa göre diğer bütün harfler ondan türer.
Bir sembolizmi üretkenlikte de ortaya çıkmaktadır. Ataerkil toplumlarda üreme sembolü olan fallus da 1 şeklinde sembolize edilir. 
Bazı yazarlar göre 1 ayakta duran insanı da sembolize etmektedir. Bir için başka sembol açıklamaları da vardır. Güneş de bir tanedir ve bu yüzden Mutlak Bir’in sembolü olarak Güneş de kullanılmıştır.

İKİ :
İki sayısının sembolizminde akla gelen kuşkusuz evrendeki düaliteyi sembolize ettiğidir. 
İlk toplumlarda etraftaki en ulu kavramlar tekti ; Dünya, Güneş, Toprak Ana..gibi. Ancak erkeğin üremedeki rolünün ataerkil toplumlar tarafından ön plana çıkartılması evrendeki düailitenin de ön plana çıkmasına neden olmuştur. Dünya/öteki dünya , Güneş/Ay, Toprak Ana/Erkek Tanrı (Kybele/Attis gibi) düalite, hatta kadın/erkek, dişil/eril, sıcak/soğuk, gündüz/gece gibi ikilikler vurgulanmaya başlanmıştır.

ÜÇ :
“Allah’ın hakkı üçtür”. Küçüklüğümüzden beri duyduğumuz bu söz üç sayısının kutsallığı hakkında gereken bilgiyi vermektedir. Hıristiyan toplumda yetişen biri ise kutsal üçlemeden bu sayının kutsallığına aşinadır.
Üç sayısı eski toplumlarda gök-yer-yeraltı üçlemesi ile kutsaldı. Üçleme Mısır mitolojisinde İsis-Osiris-Horus şeklindedir. Yunan mitolojisinde ise bu Zeus-Poseidon-Hades (Gök ve yer-Deniz-Yer altı) şeklinde varolmuştur. Hristiyan inancında ise Baba-Oğul-Kutsal Ruh üçlemesine dönüşmüştür. (Bazı yerlerde Baba-Oğul-Meryem şeklinde). Bu üçleme İslam’da bazı mezheplerde Allah-Muhammet-Ali şeklinde görülmektedir.
Üçlemenin bir sembolik yanı da kutsal birleşme ve doğan çocuktur , bir başka deyişle baba-anne ve çocuk da bir üçlemedir.
Bir başka üçleme de Beden-can-ruh üçlemesi olarak gösterilebilir.
Sayı olarak üç kendisinden önce gelen iki sayının toplamı olarak da (1+2=3) önemlidir.
Üç sayısı sembolik anlamlarının bir bölümünü üçgen şekline de devretmiştir. Üçgen sembolizmi ile üç sayısının sembolizmi arasında benzerlikler vardır.

DÖRT :
Dört sayısının sembolizmi çok ilginçtir. Dört bir çok farklı şeyi ifade edebilir.
Bir masayı gözümüzün önüne getirebileceğimiz gibi en sağlam denge dört ayak üzerinde olur. Bir çok hayvan da dört ayağı üzerinde durmaktadır. İnsan da emeklerken dört ayağı üzerinde emekler. Böylece dört sağlamlığı düşündürtmüştür. Dilimizde varolan “dört elle sarılmak”, “gözünü dört açmak” gibi deyimler de yapılan işin sağlamlığını belirtmektedir.
Dört ayrıca dört temel yön ile de alakalıdır. Böylece etrafımızın dört parçaya ayrıldığını kabul edebiliriz. Aynen “dünyanın dört bucağı” deyiminde olduğu gibi.
Dört sayısı aynı zamanda dört elementi de (Ateş-Hava-Toprak_su) sembolize eder. Böylece dört, dünyanın yapı taşı olarak da yer alır.
Hıristiyanlıktaki haç, dört İncil, İslam’daki dört büyük melek, dört halife bu sembolizmle alakalıdır.

BEŞ :
Beş genelde yaşadığımız dünyayı ve insanı sembolize eder. Teozoflara göre günümüzdeki insanlık beşinci kök ırktır.
Beş, elimizdeki beş parmaktan dolayı da önemlidir. Eski mağara yerleşimlerine bakarsak insanların erleştikleri bölgelerde beş parmak izlerini de görürüz.
Beş sayısı dört elementle de ilgilidir. Eski çağlarda dört elementi bir arada tutan bir beşinci elementin varlığı düşünülmüştür.
Sembolizmde beş köşeli yıldız yaşamın sembolü olarak da kullanılmıştır.
Beş vakit namaz, İslam’ın beş şartı, beş ile ilgili sembolizme örnek olarak verilebilir.

ALTI :
Altı sayısının sembolizmi üzerinde düşününce kuşkusuz akla ilk gelen Süleyman’ın mührü olacaktır. İçiçe geçmiş iki eşkenar üçgenden oluşan bu şekil altı köşelidir. Çok eski çağlardan beri kullanıldığı düşünülmektedir.
Yukarı bakan üçgenin tekamül ederek tanrıya ulaşan ruhu, aşağıya bakan üçgenin ise toprağa dönüşü temsil ettiği düşünülmektedir. Bir başka açıklamaya göre ise yukarı çıkan ateşi ve aşağıya akan suyu sembolize etmektedir.
Altı sayısı 3+3 ‘tür. Bir özelliği de 1x2x3 olmasıdır. 6 sayısının ayrıca bölenlerinin {1,2,3} toplamı da kendisine eşittir. Böylece altı mükemmel bir sayı olarak düşünülmüştür.
Tanrının dünyayı altı günde yaratması da altının mükemmel olma özelliği ile alakalı olabilir.

YEDİ :
Yedi ile ilgili sembolizm her ana karşımıza çıkmaktadır.
Yedi sayısı ile ilgili sembolizmin kökeninde eskiden yedi gezegen olduğuna inanılması vardır. Dünya sabit, bütün gezegenlerin onun etrafında döndüğüne inanıldığı için bu gezegenler Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn, Ay ve Güneş’tir. Eskiden her gezegenin bir gök katında olduğu düşünülmekte olduğundan “Göğün yedi katı” deyimi o günlerden kalmadır. Aynı şekilde “yukarıda olan aşağıda olanla aynı olduğu” için yerin de “yedi katı” vardı. Bazı ezoterik öğretilerdeki yedi basamaklı inisiyasyon da sembolik olarak göğün yedi katına ulaşmayı ifade etmektedir.
Eskiden her gezegene bir kutsal gün olduğu için bir haftada yedi gün vardır. Haftanın günlerinden Pazartesi Ay, Salı Mars, Çarşamba Merkür, Perşembe Jüpiter, Cuma Venüs, Cumartesi Satürn , Pazar ise Güneş ile alakalıdır.

SEKİZ :
Sekiz , yedi kat gökyüzü inancının bir uzantısı olsa gerek tanrı katını temsil etmektedir. İslam’da sekizin Cennet’i temsil ettiği de düşünülmüştür. Ayrıca sekiz cennet ve yedi cehennem olduğu inancı da bu sembolizmle alakalıdır.
Hıristiyanlıkta ise gökyüzü tahtını sekiz melek taşır. Aynı inancın benzeri İslam’da da vardır.
Sekiz aynı zamanda tutulan yolda sonuna gelmeyi de, mükemmelleşmeyi de ifade eder. Budizm’deki sekiz yapraklı lotus çiçeği de sekiz aşamalı bir sistemin sembolüdür. Aynı şekilde Tapınakçılar arasında da sekiz aşamalı bir inisiyasyon sistemi de vardır.

DOKUZ :
Dokuz eski sembolizm de bir bitişi göstermektedir. Zaten tek haneli sayıların sonuncusudur. Dokuz üçün karesi olduğundan da bir erişilen noktayı , tamam olmayı göstermektedir.
Ancak dokuz sonun olduğu yerde başlangıcın da olması gibi başlangıcı da haber verir.
Eskiden göğün dokuz katı olduğu inancı da yaygındı. Buna göre dünya + 7 yıldız katı + sabit yıldızların olduğu kat , dokuz kat etmekteydi. İlginç olan bir başka husus da eski Türk inançlarında da göğün dokuz katı olduğuna inanılmasıdır. Aynı inanç Meksika’da da vardır. Aztekler yerin dokuz kat altı olduğuna da inanmaktaydı.

ON :
On en eski zamanlardan beri belki de ilk dört sayının toplamı olmasından ötürü mükemmelliği temsil ediyordu. (1+2+3+4=10)
İki elin parmaklarının sayısı olması da tamlığı ve mükemmelliği gösteriyordu.
Musa’ya gelen on emrin de bu sembolizmle alakası vardır. Ayrıca Zohar’da ifade olunduğu gibi evren on sözcükle yaratılmıştır.
Mayalarda on sayısı bir destenin sonu olduğu için sonu da sembolize etmekteydi. Ancak her kültürde olduğu gibi bu bitiş aynı zamanda bir başlangıcı da göstermekteydi.
Sayılar hakkına yazılacak çok şey var. 0,11,12,13,16,17,19,33,41 gibi sembolik yönü ağır basan bir çok sayıyı burada inceleyemedik. Bu sayılar da ancak başka bir araştırmanın konusu olabilirler. 

KAYNAKÇA
ALLEAU René , La Science des Symboles , Editions Payot & Rivages, Paris, 1996
DURAND Gilbert, L’Imagination Symbolique, Presses Universitaires de France, Paris, 1964
ELIADE Mircea , Mitlerin Özellikleri (çev. Sema Rifat), Simavi Yayınları , İstanbul , 1993
ERSOY Necmettin , Semboller ve Yorumları , Kendi Basımı, İstanbul , 2000
JULIEN Nadia, Grand Dictionnaire des Symboles et des Mythes, Marabout, Alleur, 1997
JUNG Carl Gustav , The Archetypes and the Collective Unconcious, Routledge, London, 1996
JUNG Carl Gustav , Aion, Researches into the Phenomenology of the Self, Routledge, London, 1991
JUNG Carl Gustav (editor) , Man and his Symbols , Arkana, London, 1990
LARSEN Stephen, The Mythic Imagination, Bantam Books, New York, 1990

SCHIMMEL Annemarie, Sayıların Esrarı (çev. Mehmed Temelli), Verka Yayınları, İstanbul, 1997

Ölüm Ötesi Dönüşüm

Günlük kullanımda "ruh" ve "tin" esas itibarıyla aynı anlamı taşırlar. Bunlar etrafını saran somut fiziksel bedeni süren veya arkasında yatan dirilik gücü olan esrarengiz bir bilinç hali veya varlığı açıklamak için kullanılırlar. Önde gelen dünya dinlerinin öğretilerine göre mistik ruh veya tin bir şekilde ölümden sonra varlığını sürdürmektedir. Bu öğretilere göre biz nasıl maddi bir beden içinde yaşayan insanlar olarak lineer zaman çizgisi içinde büyüyüp öğreniyorsak, ruh veya tin de bir dizi yaşamda (enkarnsyon) bilgi ve deneyimde gelişmektedir. Ancak, ruh ve tin olarak tabir ettiğimiz bu iki kelime arkasında geçmiş zamanlarda daha karmaşık anlamlar olabileceği hakkında çok kanıt vardır. Bunların aynı anlama gelmediği konusunda belirgin bir olasılık vardır. Olası olarak geçmiş bir dönemde bu iki kelimelerin anlamları karıştırıldı ve esas manaları tarihin akışı içinde kayboldu. Bir bakıma bu iki kelimenin arasındaki anlam farkının kaybı günümüzde yaşanan ruhsal şaşkınlığın özünde yatabilir. Belki de bu iki kelimeye gerçek tarihsel anlamlarını aşılamanın zamanı gelmiştir. Bu iki terimin inceliklerini daha net bir şekilde anlamak için, kadim Mısır'ın zengin ve karmaşık uygarlılığının öğretilerine göz atalım. Her şeyden önce eski Mısır halkının günümüzdeki insanlardan farklı bir yaşam sürdürdüğünü idrak etmemizde önem vardır. Kadim Mısırlılar her anı ve her yaşamı günlük yaşamımızı aşan ruh ve tin anlayışına sıkı bir bağlılık içinde geçiriyorlardı. Onlar için zaman bir saatin tıklamasıyla veya güvenli bir geleceğin ümitleriyle ölçülmezdi, ama sadece dünyasal zamanı değil öte alemi de kapsayan daha geniş bir kavram üzerine kuruluydu. Hatta, inanılmaz yapıları ve kutsal ilimleri dahil bütün kültürleri ölüm ötesi yaşam ve ölüm anında insan şuurunu diri tutan yaşamsal güce neler olduğu anlayışı üzerinde kuruluydu. Bu kadim kutsal bilim alimleri şuurun bedenden ayrıldığı anda bir kafa karışıklığı yaşandığını öğrendiler. Bu kargaşalık halini irdelerken, bu önemli anda bir ayrışımın oluştuğunu idrak etiler. Şuur iki farklı hal veya varlığa ayrılmıştı. Bu iki hale değişik adlar verdiler. Şuur ayrışımın ilk bölmesine "BA" adı verdiler. Bu ölümsüz varolma halidir. Bu şuurun yeniden doğan tarafıdır. BA ölüm anında şuurdan ayrılır ve ruhlar kuyusuna dönerek tekrar doğmayı bekler. Günümüzdeki terminolojide "ruh" ve "tin" aynı anlama gelmektedir. Ama daha yakın baktığımızda "ruh" kelimesinin BA'ya tekabül ettiğini görürüz, ruh ölümsüzdür, tekrar doğar ve tam aydınlanmaya doğru kutsal yolculuğunu devam eder. Dini edebiyatta hepimizin içinde bulunan ilahi kıvılcım, hayvani nefsimizi yenmemize ilham veren çok boyutlu varlığın bir yönü, ben merkezli egonun ihtiraslarının ötesine çıkıp evrensel realiteyle bağımızı yaşamamızı sağlayan unsur olarak açıklanmıştır. "Yaşam Soluğu" denilen bu görülmeyen güç veya öz büyük deneyim, arınma ve aydınlanma yolculuğunda bedenden bedene göçmektedir. Kadim Mısır'ın hiyeroglifleri veya sembolik dilinde, BA bazen kanatlı bir insan başı ve bazen bir insan başlı bir kuş olarak gösterilir. O, ölüm anında dünyayı terk ettiğimizin farkında olan parçamızdır bundan dolayı kanatlı bir insan veya insan-kuşu olarak gösterilir. Kuş motifi bu yazının ikinci bölümünde daha daha iyi anlaşılır. Şu kadarını söyleyelim ki, BA'nın kuş sembolü Hayat Ağacından kendini serbest kılıp yer çekiminden ve maddi alemden kurtulup kozmosa uçabilen gücü temsil eder. Ölüm anındaki büyük ayrışımın ikinci unsuruna "KA" denilirdi. KA, insan şuurunun Dünyada kalan tarafıdır ve hiyerogliflerde bir ufuk önünde iki uzanmış kol olarak temsil edilmektedir. Önceki şuurlu varlığın psişik tortusu veya "hayaleti" olarak tanımlanır. O ruhtur. O, fiziksel bedenimizin işgal ettiği yerle, sahip olduğu eşyalarla ve tanıdığı insanlarla bağlantısı olan tarafımızdır. O yaşam mekanına musallat olur. O halde, canlandırıcı güç olarak BA'nın bedeni terk ettiğinde KA, şuurun arda kalan unsurudur. O, gölge veya ruhsal şuurun psişik izidir, veya bir yere musallat olan ve tekrar tekrar beşeri yaşamını yaşandığı illüzyon nitelikte cennet ve cehennemlerde mekan eden "ruhtur". O halde, görülebilir ki bu bağlamda "ruh" sözcüğü "KA" anlamına gelmektedir. Mısırlıların KA ve BA arasındaki yakın ilinti konusunda bilgi ve anlayışlarından dolayı ölüm ötesi bilimi, tin ve ruh, kan ve toprak, eşyalarımız ve ruhumuz, atalarımız ve kişisel varlığımız arasındaki yakın bağı bilmekteydiler. Birçok filozoflar, Hinduizm, Budizm gibi dinler ve çeşitli ruhsal gelenekler BA hakkında açıkça söz etmişlerdir. Ancak KA hakkında anlayış bir kenara atılmıştır. Batıl inanç ve efsanelere karışan Mısırlıların ölüm ötesi bilimi modern dünyada unutulmuştur. Mısırın bu büyük bilimini yeniden irdelemekte önem vardır. Böylece arayış içinde günümüzün insanları olarak bizlerin daha geniş bir bakış açısından yeryüzünde yaşamımızın anlamını görme fırsatına sahip oluruz. Bu ilginç konuyu irdelerken, birçok Hollywood filmin insan deneyimin bu esrarengiz yönü veya "Ka" hali üzerinde odaklamaya başlamaları ilginç bir husustur. Belki de KA konusunda kültürel şaşkınlığımız bu fenomenin kökünde yatar. Hatta, bu filmlerin senaryoları esrarengiz KA hali üzerinde düğümlenmektedir. Örneğin, 2000 yılının en iyi filmleri arasında seçilen Altıncı Duyu (The Sixth Sense) konu olarak sadece etrafındaki ruhları KA hallerinde görebilen bir çocuk hakkında değil, ama KA halinde yaşantısına yeni başlayan bir adam hakkındadır. Bu adam (Bruce Willis rolüyle) film boyunca, yaşamadığını ve KA halinde olduğunu anlayıncaya dek, zamanın çoğunu şaşkınlık içinde etrafında gördüğü muammaları çözme çabasında geçiriyor. Bir bedensiz ruh olarak fiziksel realite açısından artık yaşamamasına karşın, yaşam sırasında yaptığı hataları anlamak üzere - ve belki de düzeltmek üzere - rüyamsı bir senaryoda rol almaktadır. Görünürde gerçek olan, ama illüzyona dayalı drama içinde hareket ederek, önceki yaşamdan kalan izi KA bu hatalardan öğrenme fırsatı ile karşılaşmaktadır. Birçok ruhsal geleneklerde bu illüzyona dayalı manzaralara KA veya bedensiz ruha günahlarından arınma veya "iyi yaşantısı" için ödüllendiren ortamlar sağlayan cennet ve cehennem olarak tanımlanmaktadır. Halayet (Ghost) filmi de KA hali hakkındadır. New York metro sisteminde hortlayan karanlık ruhu hatırlıyor musunuz? Deli hayalet, hortlanmış KA belki de ilelebet New York'un yeraltı Metro sisteminde tutsak kalmıştı. Bu patolojik varlığın Metroda intihar ettiği intiba veriliyor. KA'sı delirmiş olduğundan olayı tekrar ve tekrar yaşamaya mahkumdur. Ayrıca, Altıncı Duyu filimdeki Bruce Willi karakteri gibi, Hayalet filminin kahramanı Patrick Swayse'nin KA'sına da "düzeltme" fırsatı sunulmuştur. Bu yıl diğer bir en iyi filim adayı Amerikan Güzeli (American Beauty) filminde, Kevin Spacey karakteri henüz yeni ölmüşken, kamera mahalleden uzaklaşırken, filmde sesini duyuyoruz. Şöyle demektir: "Bilir misiniz, öldüğünde tüm yaşamınızı tekrar yaşarsınız derler. Ama söylemedikleri bir şey vardır, aslında tüm yaşamınızı tekrar yaşarsınız, ama sonsuza dek. Ama merak etmeyiniz, bunu öğreneceksiniz." Bu KA hali konusunda popüler kültürde söylenmiş oldukça yerinde bir sözdür. Aşkın Gücü (What Dreams May Come) filminde Robin Williams karakteri ölür ve tıpkı hayatayken çok sevdiği güzel resimlere benzeyen bir yere gider. Filmdeki karakterin KA halinde kendi sonsuzluğunu "yarattığını" ima edilir. Bu arada karısı intihar eder ve bir tür cehenneme gönderilir. Film KA'nın rüyamsı, sanrılı deneyimi kişinin yaşam şekli ve inanç sistemine bağlı olduğunu anlatmaktadır. Bu ayrıca, kadimlerin KA yönünün ölüm anında ayrılışına nasıl baktıklarını açık bir şekilde anlatmaktadır. Dünyasal yaşantınız olduğu gibi ölüm anından sonra belki de sonsuza dek KA halinde tekrarlanmakta. Bu filmlerde, filmciler güncel seyircide psişik bir damara basmış bulunuyorlar. Kitleler için yaratıkları selüloit rüya ve illüzyonlar KA'nın yaşayabileceği çeşit çeşit deneyimlere kıyaslanabilir. Olası olarak bu senaryoları bilinçaltına aşılamakla hem KA halini öğretip, hem de ince bir şekilde onun yolculuğunu etkiliyorlar mı? Kadim Mısırlıların inanç ve uygulamalarına geri dönemlerim ve bu fani KA halini daha yakından irdeleyelim. Öğretilerine göre KA halinin çeşitli yönlerini anlamak için bazı anahtarlar vardır. Onlar KA'nın oluşumu fiziksel şeklin oluşumu, deneyimleri ve kalıntıları ile derinden ilgili olduğunu inanıyorlardı. KA, ebeveyn ve atalarımızın bütün genetik malzemesini taşımaktadır. Mısırlılar, bütün atalarının kalıntıları kişisel KA'nın oluşumda payı olduklarını biliyorlardı. Dolayısıyla, uygulamalarında atalara saygı ve isimlerini anımsama önemli bir yer almaktaydı. Ataların KA'ları hepimizin içinde yaşadığını inanıyorlardı. Genleri nesilden nesle geçerek doğan her çocukta yaşamaktadır. Şu anda bütün atalarımız gözlerimizden bakıyor. Kadimler inanırdı ki sadece adlarını çağırmakla bütün bilgi ve bilgelikleriyle birlikte onları ortaya çıkarabiliriz. Mısırlılar, ayrıca kişinin bu yaşamda sahip olduğu eşyalarının varolduğu sürece KA halinin bir kısmını tuttuğunu inanırlar. Bir zaman fiziksel forma nüfuz eden BA özüyle dolu olarak bu gücün bir enerji izini tutmaktadır. Bundan dolayı psişik hassas kişiler elleriyle tutukları cisimlerden bir zaman ona sahip olan kişilerin yaşam deneyimleri hakkında birçok şey sezebilirler. Pişik hassas bu kişiler KA enerjisinin izlerini algılama gücüne sahiptirler. Bundan dolayı kadimler bilinçli bir şekilde mümkün olduğu kadar az eşyaya sahip olmayı tercih etmişlerdir. Çünkü KA halini ölümden sonra kontrol edebilecekleri bir şekilde korumak istiyorlardı. KA'larını her tarafta dağıtmamak çok önemli sayılıyordu. Dolayısıyla, uygulamalarının önemli bir kısmı KA'yı muhafaza etmek üzerine odaklanıyordu. Bunun başarabilmek için, KA ve BA'larının ölüm anında bölünmemesi için yapmaları gereken önemli işlemler vardı. Öldükleri zaman sahip oldukları az sayıda KA objeler aile ve dostları tarafından toplanıp bedenleri ile birlikte mezarlarına konulmaktaydı. Mumyalama ile bedenin muhafaza edilmesi de bu işlemin bir parçasıydı. Mısırlılar inanıyorlardı ki bedenin çürümesi yavaşlatıldığı sürece bedende de KA ve daha bütün bir şekilde muhafaza edilebilir. Mezar hırsızları ve batılı hazine avcıları birçok eski Mısırlı mezara girdiklerinde tam yukarıda anlatılan şeyi buldular. Onlar mezara yatırılan kişinin sahip olduğu KA objelerini buldular. Ayrıca kişinin mumya kalıntılarını buldular. Genelde kapının üstüne mezarın huzurunu bozacak kişileri lanetleyen bir yazı bulunmaktaydı. KA objelerin ve KA bedenin rahatsız edilmemesi Mısırlıların ölüm ötesi bilimlerinin hayati bir parçasını içermekteydi. Hatta aşağıda göreceğimiz gibi KA'nın ve KA objelerinin rahatsız edilmeden korunması bir tür ölümsüzlüğün anahtarlarıydı. Formül şöyleydi: BA'nın tekrar bir reenkarnasyon durumuna düşmesini ve KA'nın daha önce yaşadığı hayatın fantezisini sürekli yeniden yaşayarak tekrarlamasını önlemek üzere, KA'yı rahatsız olmayacağa bir şekilde korumak gerekir. Bu BA'yı "topraklar" ve reekarne olup tekrar doğmasını önler. BA ve KA arasındaki ince bağ kopmadığı için BA'nın etrafımızı saran çeşitli görünmez alem ve boyutlarda Şamanik bir gezgin olarak dolaşması sağlanmış olur. Bu gezegenler, yıldızlar ve hatta galaksileri de içerir ama sadece onlarla sınırlı değildir. KA'yı mezarda tutmak ve dünyaya bir hayalet olarak dolaşmasını önlemek için belirli ritüeller tasarlanmıştı. Bunun başarılı bir şekilde yerine getirilmesi durumunda BA da reekarnasyon çemberinden kurtulmuş olurdu. Bu durumda BA birçok değişik ölüm ötesi alemlere istek üzerine girebilecekti. Mısır mitolojisinde bu durumun başarıldığında BA'nın bir "ışık bedenine" veya gökyüzünde bir yıldıza dönüşebileceği açıkça belirtilmiştir. Bu bilimin dikkatli uygulanmasıyla ölüm anında şuurun ayrışması önlenir ve bir derece ölümsüzlük elde edilmiş olurdu. Gördüğümüz gibi, kadim Mısırlıların bilimi şuurun ölümsüzlüğü bilimiydi. Hem KA'yı, hem de BA'yı muhaza etmeye yönelik bir ölüm ötesi bilimiydi. KA halinin daha önceki varlığın sürekli fantezilerini tekrar yaşamasını önlemeye yönelik uygulamalar içermekteydi. Hatta eski Mısırlılar ölüm anında bu garip süreci değiştirebilecek bir sistem yaratmışlardır ve araştırmalar diğer birçok farklı topluluğun da bu inançları paylaştığını göstermiştir. Hatta, Tibet Ölüler Kitabı da dahil olmak üzere Tibet Tantra'sında dönüşüm uygulamalarının da bireysel uygulayıcıyı bu aynı amaca doğru yönlendirmek için tasarlanmıştır. Kadim Mısırda kutsal ölüm ötesi bilimi iki şey üzerinde odaklanmıştı. Biri BA'nın reenkarnasyon sürecine son vermektir. Diğeri de KA'nın fantastik, rüyamsı halini kaldırmaktır. Görünüşe göre bilim ölüm zamanında bir daha ayrılamayacak şekilde KA ve BA'nın özlerini yeniden birleştirmekti. Ama dahası da var. Neredeyse ölümsüz varlık aynı zamanda dünyasal ruh aleminin bekçisi ve geliştiricisi olacaktı. O artık Dünyada olup biten olaylara etkisi olan, bütün dünyalıları daha yüksek bir ruhsal farkındalığa getirmek üzere yardımcı olabilecek kapasitede bir varlığa dönüşmekte. Bu kutsal görevi yerine getirmek için kişinin yaşamını nasıl idame ettiği, nasıl bir yaşam sürdüğü hayati bir önem arz etmekteydi. Böylece kadim Mısırlılar yaşamda süregelen her karşılıklı etkileşim, karar ve güdü KA'nın bir yönünü içermekteydi. Varoluşun sonsuz olduğunu ve gelişmenin bedenin ölümden sonra devam ettiğini inandıkları için bu dünyada olacak şeylerin ölüm ötesine yansıyacağını biliyorlardı. Bu Uzak Doğudaki "karma" yasasına çok yakın bir kavramdır. Dolayısıyla, eski Mısırlılar kimle iletişim ve dostluk kurdukları, kiminle cinsel cinsel ilişkiye girdikleri ve iş yaptıkları konusunda çok dikkatli davranıyorlardı. Önemli olan erdem ve basiretli yaşam sürmek, kişisel KA'larının bu yaşamda negatif deneyimlerle kirlenmesiydi. Varoluşun esas anlamı ve kişinin çevre ile ilişkisi üzerinde sessizce tefekkür etmekle geçen saatler önemli bir yer işgal etmekteydi. Bu tür bir yaşamın hakikat, içsel görü ve idrak, bilgelik ve şefkatin oluşturduğu yüksek ruhsal vasıfların geliştirilmesi ve deneyimlenmesine yol açacağa inanılırdı. Mısırlılar bizim yıldızların "tohumları" olduğunu inanırlardı. İnsanları yürüyen, konuşan, düşünen ve şuurlu "yıldız nesnesi" oldukları inanılırdı. Bu da gerçekten doğrudur. Bedenlerimiz kadim sönmüş yıldızlardan, kozmik artıklardan ve galaktik partiküllerden gelen uzay tozlarından oluşmuştur. Bu gezegende tarihimiz boyunca toz ve su mucizevi bir şekilde canlı yıldız nesnesini yaratmıştır. Dolayısıyla, ölüm ötesi birçok aleme gezginlik kadim Mısırlı rahip/bilim adamlarının ritüel ve uygulamalarının önemli bir parçasıydı. Uygulama ve ritüellerini dikkatli bir şekilde yerine getirdiklerinde bile halen ölüm anında ayrışılan KA ve BA açısından şaşkınlık yaşandığını öğrendiler. Reenkarnasyon çemberinden kurutulan BA, halen çok yönlü ve anlaşılması zor ölüm ötesi alemlerinde yolunu bilmemekteydi. Bir haritaya danışmadan, yaşamdayken öğrenebileceği bir rehberin yardımı olmadan astral oyun sahası anlaşılması oldukça fazla karmaşık bir yerdir. Bu kadim rahip/bilim adamları meditasyon, Şamanik maddeler ve kutsal ritüeller kullanarak etrafımızı görünmez bir ağ gibi saran yüksek diyarlarda Şamanik yolları gezdiler. Günümüzde "Ölüme yakın deneyimler" denilen hallere girerek bu kadim Şamanlar astral alemlerin sisli peçelerini aştılar. Ölüm ötesi sonsuz alemlerde yolculuk yapmak için uygulamalar veya bir dizi ritüel geliştirdiler. Bütün bu Şamanik çeşitli yolculukları sınıflandırıp karşılaştırılırken Şaman veya ölümü deneyimleyen kişinin ölüm ötesi yaşamda neler olduğunu anlamasını ve nereye gidileceğini gösteren bir sistem inşa ettiler. Haritalarına "Hayat Ağacı" dediler. Bu ağacın amacı ölümde birleşen KA ve BA'nın astral yollarda seyahat etmesini sağlamaktı. Bu haritanın hayati önemi bu makalenin ikinci bölümünde açıklanacaktır. Ayrıca, bu bilim, gezegenimizde hatlar döşeyen birçok kadim "ley" çizgilerle ilgili olabilir. Bu çizgiler İngiltere'den İrlanda'ya, dağlardan bozkırlara dek dünyanın her tarafında bulunmuştur. Ley çizgiler 6 bin metre yüksekliğinde Ant dağlarında bile bulunmuştur. Genelde mükemmel şekilde düz çizgilerdir. Anlamları uzun yıllardır bilinmemekteydi. Onların UFO pistleri olduğu veya kadim karayolları olduğu konusunda spekülasyonlar yürütülmüştür. Paul Devereuax'nın araştırmalarına göre onlar kadim Şamanik yollardır. Şamanik ruh yolları olarak gelişmiş ruhların hareket edip başka alemlere girmeleri sağlandığı iddia edilmekte. Bundan dolayı eski Şamanlar hem bu ley çizgilerin üzerinde gömülürlerdi. Böylece KA'ları kutsal bir yerde muhafaza edilmekteydi. Avrupa'daki Şamanik geleneğe göre krallar ve rahipler akan dere ve nehirlerin altında gömülmeleri ön görülmekteydi. Nehre baraj kurup küçük bir su geçidi yaparlardı, sonra cesedi nehir yatağında gömüp suyu serbest bırakırlardı. Böylece ceset bulunamayacağı bir şekilde muhafaza edilmiş olurdu ve nehir veya deredeki su akışı doğal bir ley çizgisi oluşturduğu kabul edilmekteydi. Hint geleneğindeki İndra'nın ağı gibi leyler gökyüzünde yıldızlar arasındaki yollar olarak yansımaktaydı. Mikrokozmos ve makrokozmosu birleştiren kutsal dili okuyabilenler için, daha büyük evren içinde dünya bütün taşları, ormanları, dereleri ve nehirleri ile yıldız ve gezegenlerin dünyadaki temsilcileriydi. Böylece dünyada dolaşan üstatlar sadece toprağın psişik motiflerini takip etmiyorlardı, ama aynı zamanda dünyayı aşarak yıldızların arasında yürüyorlardı. Avustralyalı yerliler taşların yıldızların şarksını söylediklerini inanırlardı. Dikkatli dinlerlerse gök kürelerinin müziğini duyabileceklerini inanırlardı. Yaşadığımız ve üzerinde dolaştığımız bu dünya sayısız KA ruhların ruhsal kalıntılarıyla doludur. Toprağın kendisi ölü bitki, hayvan ve insan artıklarından oluşmuştur. Her biri toprağa KA'sını bağışlamıştır. Yediğimiz yemek geçmişte varolan sayısız yaşam formların kalıntılarını içeren toprakta yetişmiştir. Her biri toprağa bir o toprakta bir şarj kaydetmiştir ve o da yediğimiz yemeğe ve içtiğimiz suya ilave edilmektedir. Bundan dolayı bazı Tibet Budist uygulamalarda et yenmeden önce bazı mantralar zikredilir. Eğer uygulayıcı aydınlanma yoluna koyulmuşsa, tam şuurluluk ve farkındalıkla bir hayvanın etini yemekle onun gelecekte aydınlanmasına neden olacağı inanılmaktadır. Ruhsal açıdan ele alındığında uyanmış uygulayıcı kendi özünü hayvanın KA'sı ile iliştirmiştir. KA özünün toprağa aktarılması ayrıca çağlar boyunca inanılan kan ve toprağın arasındaki bağın sebebidir. Soykırımı uygulandığında bile öldürülen halkın KA özü bir zaman yaşadıkları topraklarda mekan eder. Bu bakış açısından, Amerikan yerlileri halen Amerika Birleşik Devletlerinin ruhsal manzarasına hakim durumdalar. Toprağı ne kadar kazıp doğayı tahrip etsek, sadece çevreyi değil, doğada mekan eden KA ruhları da tahrip etmiş oluruz. Poltergeist filmi bu cahil davranışın sonuçlarını açıkça gösterir. KA ruhu rahatsız olup kaçtıkça, bizim geleceğimiz de bozulur ve tahrip olur. Eski mezarlıkların kazılması, atalarımızın kutsal tabutların açılması, ley sistemin yok edilmesi nihai olarak ruhsal aydınlanmayı yok eder. Giderek ruhsal mirasımızla irtibatımız azalıp betonlaşmış maddi dünyamızın çekiciliğine kapılmış hapsoldukça, giderek yaşantımızda açgözlülük, kibir, şehvet, kin ve şiddetin karanlık ihtirasları hakim olmaya başlar. Işık, ahenk ve güzelliğin ilahi alemine karşı kör olarak ruh ve tin; KA ve BA diyarlarının kutsal bilgisini feda etmekteyiz. Maddi kazanç için manevi değerlerimizi takas ederken, New York Metrosunda hortlayan kayıp ve öfkeli hayaletle farksız olmaktayız. Gezegenimize karşı saygısızlık, KA'ımızın menşei ve zilyedimize karşı saygısızlık ayrıca sonsuzluktaki konumumuza karşı saygısızlıktır. Kendi tasarım ürünümüz olan bir cehennem diyarını yaratmaktayız. Bu diyarda KA'ımız terk edilmiş bir şekilde sonsuza dek anlamsız yaşamlar sürecektir. Dolayısıyla, görüyoruz ki "ruh" ve "tinin" çok farklı anlamları vardır. Biri enkarne olan ve reenkarne olan Tanrının izi BA'dır. Diğeri tinin dünyada maddi ve psişik tezahüratı KA'dır. Kumda bir iz gibi, kadimlerin dökülen harabeleri gibi KA sadece tinin veya Özün izini bırakır. Değişen değerlerin hükmettiği, ışık ve karanlığın güçleri mücadele ettiği bu günlerde atalarımızın bilgisini arayıp tanımak ve öğrenmek bize kalmıştır. Böylece ilahi diyarlara tekrar erişip rotamızı çizebilir ve yıldızlar arasında ölümsüz yerimizi alabiliriz. Jay Weidner, bir film yapımcısı, konuşmacı ve yazardır. O, Vincent Bridges ile birlikte "Zamanın Sonunda bir Anıt: Simya, Fulcanelli ve Büyük Haç" (A Monument to the End of Time: Alchemy, Fulcanelli and the Great Cross) kitabını yazmıştır. Websitesi: http://www.sacredmysteries.com/. Kitabının eleştirisini şu linkte bulabilirsiniz:

Çinli seks izle Çinli japon pornosu

Popüler Yayınlar